25 Ağustos 2017 Cuma

Bağnazlar

Selamın aleyküm ve dikkat, aşağıda geçen olaylar tamamen kurgudur. Ama üstüne ve şahsına alınmak isteyen, tepe tepe alınabilir. 

Geçenlerde bir aileye tanıştım. Kız arkadaşımın ailesiydi bu aile ve bunlar biraz geniş bir aileydi ama her bireyin farklı olayı vardı.

Kız arkadaşım mesela, tam bir sünni. Adı da Öykü. Çok güzel kız, kapalı ama gözleri masmavi. Bir bakan kıza bir daha bakıyor, mini etekler giyse ne canlar yakardı kim bilir.

Ama gel gelelim, tam bir sünni. Ne yapsam da, etsem de vazgeçiremedim hadis sevdasından. Ayet atıyorum, "Peygambere itaat" diyor, Fetih suresi 10. ayetini gösteriyorum ;

"O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey'atleşiyorlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir." - Fetih 10 

Ama o halen, Muhammed miraca çıktı diyor. Necm suresinin miraç olmadığını, sadece vahiy alırken test edildiğini söylüyorum ama o bana, kainati Allah o olmasa yaratmazdı diyor. Şirk yapıyorsun diyorum, hayır ben peygamberimi seviyorum. Ayrıca onu öyle sahiplenme, zira Musa da, İsa da bizim peygamberimiz diyorum. Hayır onlar Yahudi ve Hristiyan lobisi, biz İbrahim soyundanız diyor ve de Yaşar Nuri Öztürk için "İyi ki geberdi.", Emre Dorman için "Çok saçmalıyor bu kibar yüzlü dangalak." diyebiliyor. Ah, nasıl bir sevgilim var şaşırıyorum ama aşk işte, boka da konuyor böyle. Bok böceği miyim neyim anlamadım ki ehehe. 

O zaman Allah Kur'an'dan neden çok Musa'nın adını anıyor diyorum, boşver aşkım bizim hocalar böyle diyorlar kafir olacaksın bak böyle şeyler deme diyor ve sonra annesi, kızını çağırıyor.

Annesi de 45'lik şaraplıklardan, kızının aksine baya da işveli cilveli. Saçlarını da siyah yapsa tam bir Monica Belluci yemin ediyorum. Gözleri de ela falan, herkes onun için "Çok açık görüşlü." dedikleri bir kadın. 

Annesi Pelin, kızı Öyküyü kızını ekmek almaya yolluyor. Normalde Türk ailesinden yollanmaz ama Öykü hanım yolluyor işte böyle modern bir kadın kendisi. Sonra bana da, "Oğlum Berk, gel çay demledim anlat bakalım kızımla nasıl tanıştınız?" diye başlıyor ve konu dine geliyor. Kadıncağız bana demesin mi? "Ya ben deistim." ben de, diyorum ki "Tanrı olmadan iyi ve kötüyü nasıl ayırt edeceğiz objektif olarak? Ayrıca bir süre siz de kapalı dolaşmışsınız, kızınız söyledi." O da "Toplum baskısından bir kazaydı işte evladım bir Tanrı var ama kafam karışık." dedi ve "Bu dinler insan kandırmacası, hep bundan siyasi kaosla devler ve büyükler besleniyor. Olan sana bana oluyor." diye de ekledi.

Ben de o zaman ahlak kurallarını neye göre temellendirdiğini soruyorum, çoğunluğa göre ve de biz anadan böyle gördük diyor. Ben de onlardan öyle görmenin asla doğru olmadığını ve Kur'an'ın da, mantığın da bunu reddettiğini söylüyorum bu kez dini sorumluluklar kaçtığını itiraf ediyor ve Tanrı'nın sadistliğini savunuyor. 

Neden biz cennet ve cehennemle sınanıyoruz, bunlar hep Adem'in bok yemesi diyor. Ben ayetlerle konuşmaya kalkıyorum ama sesini yükseltiyor bana ve de ekliyor, sizin Kur'an'da her şey Muhammed lehine bir kere, iyi bir insan ama kendine de güzel kıyaklar geçmiş demekten çekinmiyor. Hararetine ben şaşırırken biraz daha itiraz edeyim kibarca diyorum ama bakışlarıyla ve de mimikleriyle resmen dayak yiyorum. 

"Eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içindeyseniz, hadi onun benzerinden bir sure getirin! Allah dışındaki destekçilerinizi / tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru sözlü kişilerseniz... Eğer yapamazsanız - ki asla yapamayacaksınız - korkun o ateşten ki yakıtı insanlarla taşlardır. Küfre sapanlar için hazırlanmıştır o." - Bakara 23 ve 24

Sonra eve, kızın babası adı Fehmi, böyle kıllı ve kaba saba bir erkek bekliyorsunuz ama saçları gayet ay kuyruğu ve kulağında küpe deliği olan bir adam geliyor ve bana "Gel salona evlat. Demek kızımın bahsettiği çocuk sensin." diyerek salona geçtik.

Baba da 2 erkek sohbetinden sonra "Gönlüme göre yaşıyorum, aslında cumalara falan da gittiğim yok. Sırf evden öyle diye çıkıyorum. Ne gideceğim sizin harem ağası Tanrınıza?" dedi. "Na-nasıl yani?" dedim. "Ben ateistim evlat. Kusura bakma senin Tanrın biraz pezevenk gibi size 70 tane huri ayarlayacak, benim hanıma da Nuri mi verecek?" dedi. 
Ben de biraz gülerek "Abi sen mevzuyu tamamen yanlış anlamışsın. O ödül 2 cins için de geçerli." dedim. "O zaman neden kadın kapatılıyor Kur'an'da ve neden kutup ayısı, akrep Kur'an'da geçmiyor?" dedi.

Ben de "Kadınlar kendi iffetleri için kapanıyor sorumluluğun bakışlarıyla bakan erkeklere de yüklüyor Allah dedim ve akrepden niçin bahsetsin Fehmi abi, ne alaka?" dedim. 

Eğer sizin Tanrınız, gerçekten dürüstse kitabından kendisin narsist gibi övdüğü kadar, ondan da bahsedecek dedi. Ben dedim ki, "Kur'an'da her şey" yazar diye Allah'ın bir iddiası mevcut değil dedim hem o dönemde "Kur'an'da Televizyon, Buzullar" yazsa Araplarda kim anlayacak ki bunu o zaman kimse bunun ne olduğunu tanımlayacak ki? O zaman din, insanlar için zorlaşacak ve Kur'an'da bahsettiği gibi din aslında kolaydır ve bu kitapta din tamamen izah edilmiştir." dedim. O zaman namazı nasıl kılacaksın hadissiz be koçum diye sordu bana. Ben de izah edince, "Olmaz öyle şey! Hadisler de olmak zorunda!" dedi. Ben de tabii olmak zorunda "Yok siz, ateist hayatınıza kendinizce meşru bir bahane bulamazsınız." dedim ve ana cins cins bakarak, gözümde şimdiden antipatikleştin. Ben ateist damat istiyorum açıkça diyeyim dedi. 

"İğreti arzusunu ilah edinen kişiyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?" - Furkan 43


"Kendisinin ilahı olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir. Allah'tan sonra ona kim kılavuzluk edecektir. Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz?" - Casiye 23

Sonra bu sohbet bitti ve Öykü çoktan eve gelmiş ama odasında benim için biraz süsleniyordu ki klasik kadın beklemesi yaşarken, eve dedesi, ananesi ve de 3 kız kuzeni gelmişlerdi. Bu arada, babasının babası ve annesi de hakkı rahmetine kavuşmuşlar. Bunu bana Öykü flörtleşirken söylemişti zaten ve bunu da biliyorum. Onlarla da tanıştık ve sofraya geçtik, orada güncel şeyler konuşuldu. İlişkimizin ciddiyetinden bahsedildi. Anne ve babası da bana karşı biraz ılımışlardı ama ben ailesinden feci soğumuştum. Çünkü hepsi gördüğüm kadarıyla sağlam bağnazlardı. Ancak yeni gelen 3 kişiden biraz olsun umutluydum yoksa Öyküden tamamen soğuyacaktım.

Dedesiyle konuşma zeminini bulduk sonunda kısaca ve o da "Ehli Tasavvuf" çıktı. Celaleddin denen zatın, Ahmet Yesevi denen mikrobun ve Geylani'nin tüm saçmalıklarından bahsettim. Onların Allah'ın ayetlerini sattıklarını ve tamamen kendilerinin dünyada kral gibi yaşamaları için gerekli düzeneği tamamen din üstüne kurduklarını, onları kullandıklarından ve insanları doğru yoldan saptırdığını söyledim ama dedenin bir küfür etmediği kaldı.

"Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini basit bir bedel karşılığı satanlar var ya, işte onlar için âhirette hiçbir nasip yoktur. Allah onlarla konuşmayacaktır, kıyamet günü onlara bakmayacaktır, onları temizleyip arıtmayacaktır. Onlar için korkunç bir azap vardır. Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan birşeyi siz Kitap'tan sanasınız diye, dillerini Kitap'la eğip bükerler. O, Allah katında olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır." derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler." - Ali İmran 77 ve 78 

Ananesiyle de konuşmaya başladım, o da Cübbelici, Ebubekir Sifilci çıktı. Onunla 10 dakika dahi konuşamadım bu konuları, direkt "Gençsin kanın kaynıyor ama hadisleri inkar etme oğlum yanacaksın. Yakma ahiretini kuzum." falan dedi. Saygı kusur etmeden konuyu değiştirip, kuzenlerinin yanında gittim. Kendisi de günahlarını çekip, sonra cennete gireceğini sanıyordu ve Cübbeli'nin neredeyse her siparişine yarım maaşını gömdüğünü birazcık sohbette buna dair imaları ya da direkt cümleleri ağzından almak hiç de zor olmamıştı.

"Şimdi siz bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Bunların içlerinden bir fırka vardı ki, Allah'ın kelamını dinliyorlar, sonra onu, kavramalarının ardından, bilip durdukları halde tahrif ediyorlardı. İnanmış olanlarla karşılaştıklarında, "İnandık" derler. Baş başa kaldıklarında ise şöyle konuşurlar: "Allah'ın size açtığını, Rabb'iniz katında sizinle tartışmada kanıt yapsınlar diye onlara söylüyor musunuz? Aklınızı işletmeyecek misiniz?" Bilmezler mi ki, Allah onların sakladıklarını da açıkladıklarını da çok iyi bilmektedir. İçlerinde ümmî olanlar da vardır ki Kitap'ı bilmezler, sadece hayal ve kuruntu bilirler. Onlar yalnız sanıya saplanırlar. Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İşte bu, Allah katındandır!" derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden! Dediler ki: "Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan bir ahit mi aldınız! Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah'a isnat ederek, bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" İş onların sandığı gibi değil. Kötülük ve çirkinlik kazanan, suçu kendisini kuşatmış olan kişiler, ateşin dostudurlar. Sürekli kalacaklardır orada." - Bakara 75-81 

"Ayetlerimizi yalanlayıp onlar karşısında burun kıvıranlara gelince, bunlar ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır onun içinde. Yalan düzerek Allah'a iftira eden yahut O'nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim vardır? İşte bunların Kitap'tan nasipleri kendilerine ulaşır, nihayet elçilerimiz onlara gelip canlarını alırken şöyle derler: "Allah dışındaki yakardıklarınız nerede?" Şu cevabı verirler: "Bizden uzaklaşıp kayboldular." Böylece, öz benlikleri aleyhine kendilerinin kafir olduğuna tanıklık ettiler. Allah buyurdu: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan topluluklarıyla içiçe, girin bakalım ateşe." Her ümmet girdiğinde, yoldaşına/kızkardeşine lanet eder. Nihayet, hepsi orada bir araya gelince, sonrakiler öncekiler için şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bunlar saptırdılar. Ateş azabını bunlara bir kat daha fazla ver." Allah buyurur: "Her biri için bir kat fazlası var, fakat siz bilmezsiniz." Öncekiler de sonrakiler için şöyle konuşurlar: "Artık sizin, bizim üzerimizde bir üstünlüğünüz yok. O halde kazandıklarınıza karşılık azabı tadın." Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök kapıları açılmayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz. Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerinde örtüler vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız biz." - A'raf 36-41

Birisi Öykü'nün sadece saçı açık versiyonuydu. Adı Mügeydi. O da koyu bir Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Caner Taslaman, Emre Dorman ve Enis Doko hayranıydı. İslamoğlu'nun "Adem'in babası var" tezine ve Mehmet Okuyan'ın "Çift Cinsiyetli Meryem" kısmına eleştiriler yaptım, neredeyse küfür yemediğim kaldı ve 2 cümlesinin birisi "Ama o orada onu demek istemiyor." oldu. 

Ayrıca Caner'in "Celalaeddin Rumi'den iyi yanları almamız kısmını izletip, son feysbuk paylaşımında, Said Nursi'yi takdir ettiğini ve iyi bir kelamcı olduğunu" anlatan yazısını okuttum ama neredeyse küfür yemediğim kaldı. Derken konu evrime gelince, sohbete içeriden nescafesini alan ve çay için Ya midem bulanıyor, zaten de çok edebiyatı yapılıyor hiç sevmem şekerim." minvalinde takılan Pelin geliyor. 

Pelin zaten bu aileye en aykırı tipti. Zira oldukça minicik gezerdi ve erkeklere sürekli mavi boncuk dağıtırdı. Bunları elbette Öykü'nün anlattıklarının ve feysbuk profilinden, disko partisi fotolarından anlamak da zor değildi benim için. Salaksak da, o kadar değildik ehehe.

Her şeyden haberi vardı. Spor, magazin, astroloji, siyaset ve daha bilimum şey. O da tam bir "Evrim" hayranıydı. Müge "Kur'an'^da evrim geçmez ama Kur'an'a evrim ters değil" diyerek Mrs. Caner Taslamanlık yaparken, Pelin ise çok koyu bir "Celal Şengör" hayranıydı. İkisi başladılar resmen bana avukatlık yapmaya hem de bağnazlık boyutlarında, itirazlarında elbette kendince halılık noktaları olmuştu ama savunurken, adeta Evrim'in avukatlığını yapıyorlardı ama en garibi, bunu Müge'nin yapmasıydı. Zira evrim hakkında, orta yol şeklinde konuşan Müge, minimum Pelin kadar "Bilimci ve Evrimci" olduğunu savunmasıyla resmen ifşa ediyordu.

Sonra baktım konu bitmiyor. Tuvaletim geldi diyerek müsaade istedim. Sonra da, aileyle vedalaştım tek tek ve yine de bir şeyler paylaşabilmiştik hepsiyle en azından. Öykü'ye "İrem nerede? Bari kıza bir selam vereyim de ayıp olmasın." dedim. "Bilmem aşkım." dedi ve Kiler'den ortaya çıktı İrem. İrem de evden sıkılmış, yürüyüşe çıkacaktı. Gel beraber çıkalım ben de eve geçiyorum dedim. Öykü bozulsa da, bir şey diyemedi. Zira içlerinden en güzeli oydu ve biraz cool durur, insanlardan ben gibi nefret ederdi. 

Onunla yürürken ona da ben meraktan "Din" konusunu açtım. O da koyu bir 19'cu çıkmasın mı? Tüm güzel duygularım, dumura uğramıştı. Rashad'ı "Misağin Elçisi" diyerek öyle bir savunuyordu ki, aklım hayalim çok geçirdi gerçekten ve ona blogumda 19 yazısını okuttum biraz ve "Ya Berk, sen cidden çok cahilsin. Sekarı yüreğinde hissedeceksin. Ben gidiyorum, cahillerle duramam. Zebra gibi kaçarsın sen konuyu açarsam zaten." diyerek benden hızlıca uzaklaştı. 

Velhasıl kelam, bu uzun gecenin bana öğrettiği şu olmuştu ;

"Ne olursa olsun. Hayatınızda hangi konuda olursa olsun o konuların "Bağnazı, yobazı" insanları hayatınızda asla ama asla barındırmayın. Onların "Putlaştırdığı ve hayatına anlam" yaptığı ve yobazlaştığı konuları eleştirirseniz, o zaman gerçek yüzlerini rahatlıkla görebilirsiniz." 

Bu sözü, o günden itibaren hayat felsefem yaptım. Zira insan görüşünde delil ile değişime açık olmalı, zaman zaman yanıldığını ve her zaman yanılabileceğini itiraf edebilmeli. En zoru da bunu nefsinize ve egosuna itiraf ettirmek. Bugün bana sallayanların bir çoğu, daha kendi egosuna açık ara 35-0 mağlup olanlar maalesef. Bunu görmek hem sinir bozucu, zira kendisi senin ahlak bekçiliğini yapıyor. 

Hem de üzücü. Zira, yazık yani. Sen önce kendine bak be dostum! Hele kendini bir Mü'min yap ve cennetini garantile, ki peygamberlerin bile cenneti garanti değilken dünyada senin cennetin nasıl garanti olacak?

"De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahyedilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim." - Ahkaf 9

Diyorsan ve daima Kur'an'a göre yaşayıp, Müm'in olmaya için tüm gücünle kıçındaki terinle dahi yırtınıyorsan, artık bu ayetler senin künyen olmalı.

"Gevşemeyin, tasalanmayın. Eğer inanıyorsanız üstün olan sizsiniz." - Ali İmran 139

"Yemin olsun zamana/çağa/gündüzün iki ucuna/sabah namazına/ikindi vaktine/Asr-ı saadet'e ki, İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir! İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır." - Asr suresi

"Ve yalnız Rabbin için dayanıklı kıl benliği!" - Müddessir 7


"Yemin olsun ki, onların söyledikleri yüzünden senin göğsünün daraldığını biliyoruz.  Şimdi sen, Rabbine hamd ile tespih et ve secde edenlerden ol! Sana şaşmaz ve kesin bilgi gelinceye kadar Rabbine ibadet et!" - Hicr 97, 98 ve 99

Asla pes etmek yok. Ne "Ben Mü'minim ve cennetliğimdir artık." diye gevşemek var, ne de "Ben cehennemliğim, zebaniler kazıkla beni hırlayacaklar." diye de kederlenmek, ahiret için sanki her gün, son günmüş gibi yaşayacağız ve her an "Ölecek" olma ihtimalini asla aklımızdan çıkarmayacak ve daima sabredecek, sürekli daha iyi bir Mü'min olmaya çabalayacağız.  

Buradan bana "Sen kendine bakıyor musun?" diyeceklere, elbette kendime bakıyorum ve Mü'min olma yolunda yaptığım tüm çabaları oldukça yetersiz görüyorum. Evet Müslümanım hamd olsun ki, ancak daha Mü'min olmak için nice namazlar, nice oruçlar, nice ameller ve nice çabalar, daha da çok sabırlı bir adam olmam gerek. Şu an o seviyede asla değilim, daha çok ekmek yemem gerek.

Ben öyle yapıyorum. Sana da tavsiye ederim. Yapalım ki, Allah'ın merhametini, rızasını, hoşnutluğunu hak etmeye ve istemeye ahirette yüzümüz olsun.

Bağnaz ailesindeki üyelerden olma, Mü'min olmaya çabalayan Berk ol.

Haydi eyvallah ve selam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder