29 Eylül 2016 Perşembe

Asr

Yazmayalı biraz oldu. Bu kez, Dini ve şahsi bir şey katacağım ve ortaya karışık bir şey çıkacak ortaya ona göre hazırlıklı ol. 

Beni Allah'ın zerafetine hayran bırakan sûrelerden bir tanesi de Asr sûresidir. Çok ufak ama en muazzam, destanlara sığmayacak anlam taşıyan nadir sûrelerden bir tanesidir.

"Asr'a andolsun; İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir! Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka." - Asr 1, 2 ve 3. ayetler


Tüm sûre yalnızca bu kadardır. Bu sûre'nin ben de taşıdığı önem Kur'ân'a yöneldiğimde beri apayrıdır. Ben de önemi büyük 3 sûre vardır. Tüm sûrelerin ben de önemi muazzam ama bu "Önem"den kastım sûre'nin kendisinin ufacık olup, anlamının destanlara sığmaması önemidir. Fatiha, İhlas ve Asr. Bu sûreleri okudukça, Allah'ın muazzamlığına defalarca tanık oluyorum.

Burada anlam öylesine derin ki, acaba neden hüsrandayız biliyor musun? Ben biliyorum.

1- "Allah yalnız başına anıldığında, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir; O'nun dışındakiler anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler." - Zümer 45

Ben ve ben gibi düşünen ve sadece "Kur'ân" diyenler Allah dese, hemen hadisciler, sofiler, tarikatçiler ve mezhepler "Rerere rörörö" diye tükürek bezlerinin hakkını verircesine ağızlarından tükürükler saçarak saldırıya geçiyorlar. İnsanlık, yani çoğunluk bu yüzden hüsranda çünkü ; Cübbeli Ahmet, Nihat Hatipoğlu, Nakşibendi, Menzil, İskender Paşa Cemaati ve bunun gibi onlarcası mevcut. Bunların peşinde giden milyonlar var. Biz ne zaman sadece Kur'ân dersek ayetteki gibi nefretle saldırıyorlar ama ne vakit, bak peygamberin hadisi, şeyhin keşfi, yanmaz kefen, sakal-ı şerif ve türbeler mevzu olsa, insanlar bunları öpme, satın alma yani kendini bile bile kazıklattırma ve ona dua etme yarışına giriyorlar. Bak benim canım kardeşim sövmek istemiyorum, yazılarda küfrü azaltmak istiyorum, beni delirtmeyin şu ossuruk dünyada. Allah'a özgülersin lafta dinini ama araya gırla aracı koyarsın. Tek şirk yolu heykeller ve başkasına "Allah, Tanrı" demek değildir. Bir yol ise Allah'ın varlığın bile bile Allah'mış gibi ona dua edenler ve Allah'ın herhangi bir sıfatını, herhangi bir varlığa yüklemek de şirktir. O yüzden sevinirler ama öbür dünyada kim sevinecek, yüce Allah gösterecek. Bu yüzden insanlık, çoğunluk hüsrandadır.

2- "Bir de o kâfirler 'Kur'ân ona bir defada indirilmeli değil miydi?' dediler. Oysa Biz onu senin kalbine böylece yerleştirmek için tane tane, ağır ağır okuduk." - Furkan 32

Bu yüzden hüsrandayız. Çok yüzeysel takılıyoruz çünkü. Bu savunmayı ateistinden tut, hadisleri bana karşı savunana dek duydum "O zaman Allah neden tek seferde indirmedi." diye. Şimdi şöyle düşün, sen 1 sene içinde 23 yılda yaşayabileceğin her şeyi yaşayacaksın ve ardından bunların doğru olup olmadığını yine o sene içinde öğrenceksin. Sence bu mümkün mü? Bir kere zamanla açından mümkünatı yok. Kaldı ki bu kitap için sen diyorsun ki "Her şeyi bu kitapta" olsun. Ulan zaten içinde "Her şey" olduğundan tek seferde inmedi. Sonuçta bu kitabı aktaran da bir peygamber, Hz. Muhammed. İstese o tek seferde ezberlerdi, hepimizde bir okuyuşta, 1 saniyede ezberlerdik. Allah bunu isteseydi, bunu yapardı, emin ol. Ancak bu kez kuru ile yaşa nasıl ayrılacaktı? Yüzeysel düşünüyoruz ve hep etikete, ambalajlara bakıyoruz, bu yüzden insanlık yani çoğunluk hüsrandadır.

3- "Oysa ki onlara, dini yalnız O'na özgüleyerek, dosdoğru yürüyen kişiler halinde sadece Allah'a ibadet etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte budur doğru, eskimez ve aşınmaz din." - Beyyine 5 

Dini hiç Allah'a özgülemiyor çoğunluk. Allah en büyük diyorlar ama başka büyükler var, ulan Spor Toto Süper Lig mi lan bu konu sıçtığmın yerinde? Bundesliga ya da Premier Lig mi çeviriyoruz burada lan bissürü büyük olacak! Peygamberler, şeyhler, imamlar, hocalar bla bla diye gider bu sıralama. Bak canım kardeşim, sövdürtme kendine. Allah tek büyüktür, gerisi yaratılandır ulan bu dünyada. Melekler, peygamberler, biz, bitkiler, hayvanlar, bakteriler, böcekler ve her şey, Allah harici her şey yaratılandır! Bu yüzden Allah en büyük, ya da yüceler yücesi değil, tek yüce ve tek büyüktür! Çünkü zirve tektir, o da şüphesiz kainatın tek efendisi olan Allah'tır. Geri kalan her şey yaratılan sınıfındadır. Bu yüzden dini Allah'a özgüleyeceksin sadece, yalnız Allah'a özgüleyeceksin ve daima Allah'a şükredeceksin, sabredeceksin. Dini yalnızca Allah'a özgülemeden yaşayıp, öyle ibadet ettikleri için, insanlık yani çoğunluk hüsrandadır.

4- "İğreti arzusunu ilah edinen kişiyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?" - Furkan 43 


"Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?" - Casiye 23


Bugün herkes önceliklerini hiç Allah'a ayırmıyor. Ya da ayırmaya gayret göstermiyor. Dünya hayatına dalıp gidiyorlar, bu yüzden hüsrandayız. Çünkü her gece Allah'a dua etmek, Allah'ı her fırsatta anmak, günde 10-15 ayet okuyup sorgulamak, ramazanda oruç tutmak, sadaka vermek, erdemli olmak, başkalarına saygılı olmak, sevgi ve merhamet vermek, namaz kılmak, Allah'ı içimizden bile olsa defalarca zikretmek ve hayatını Kur'ân'ın yasaklarına, sınırlarına göre şekillendirmek, sabretmek yerine tam terslerini yapıyoruz.

Projeler, toplantılar, maçlar, erkeklerin seks derdi, kadınların alışveriş manyaklığı, karşıt fikre anında kin ve nefret kusmak, yalancıyı savunmak, hırsızın peşinde takılmak, göt sıkışınca Allah'a dua edip, sağlıklı ve yediği sıradan bir öğün yemek sonrasında bile "Allah'ım, sana sonsuz hamd olsun." dememek, içki, zina, kumar peşinde koşmak, ona buna duymadığı halde dedikodu yapıyorum ayağına iftira atmak gibi saymakla bitmeyecek eylemde bulunuyoruz. Bu yüzden insanlık, çoğunluk hüsrandadır.

5- "Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar." - Yasin 21

Ama biz ne yapıyoruz? Yanmaz kefene satana, sakal ve terlik-i şerif satanların peşinde koşuyoruz. Millete fakirliği övdürüp "Peygamberimiz bir hurma ile öğünün doyururdu." diyip kendi hayatında dublexlerde oturup, ciplere binen ağlak hocaları izliyoruz. Mezheplerin her kitabını satın alıyoruz, onların cebini dolduruyoruz ve güya onlar bize ahirette "Veli" olacaklarmış, bak bakalım Allah ne diyor bununla ilgili ;

"Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi. - Ankebut 41

6- "Biz Peygambere şiir öğretmedik; bu ona yakışmaz da. O ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır. Diri olanı uyarsın ve inkârcılar üzerine söz hak olsun diye indirilmiştir." - Yasin 69 ve 70 

Bu ayetlerde bile Kur'ân ve Yasin sûresi, diriler içindir. Ancak biz hep ölüler okuyoruz ve Allah'a kıç kadar aklımızla, ona dinini öğretiyoruz. Allah bu ayette çoğunluğa buyuruyor ;

"De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysaki Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir." - Hucurat 16

7- "Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız." - Ali İmran 103 

Artık yorumlar kısa keseceğim. Mezheplere, hatta mezheplerin içinde bile mezheplere, tarikatlara bölündük. Bu yüzden çoğunluk, insanlık hüsrandadır! 

8- "Biz bu Kitap’ta, herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. Onlar, sonunda Rableri önünde hasredilirler." - En'am 38 


"Yemin olsun, biz bu Kuran’da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler." - İsra 89

Yüce Allah, hep olduğu gibi yine haklı. Peygamberin sözde (!) şefaati, kabir azabı, sırat köprüsü, cehennemden cennete geçiş, türban, kutlu doğum haftası, kandiller gibi Kur'ân dışı bir çok şeyi dine yamadık ve Kur'ân'danmış gibicesine hayata soktuk. Ayrıca bu ayet kabir Azabı ve cehennemdem cennete geçişe kavramlarına direkt ve enfes bir cevaptır. 

"Dediler ki: "Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan bir ahit mi aldınız! Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah'a isnat ederek, bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" - Bakara 80 


İşin özü, her türlü insanlık cidden hüsranda. Evlatlarına işkence edip öldüren, öz kızına ve öz kardeşine tecavüz eden, kendisi hariç başka hiç kimseyi düşünmeyen, sözde iyi olan ama davranışlarıyla karaktersiz ve nankör olan sözünde durmayan, ailesine sahip çıkmayan, dünya hayatını deli gibi önemseyen ve Allah'ı ciddiye alıp kendisini ciddiye almamak yerine, en çok kendisini ciddiye alan tiplerle dolu ortalık. Bu yüzden hüsrandayız ve yüce Allah'ın Asr sûresi bu yüzden beni her seferinde delicesine etkiliyor. Ne diyordu Allah'ın buyurduğu sûre ;

"Asr'a andolsun; İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir! Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka." - Asr 1, 2 ve 3. ayetler

Hüsrandayım, hüsrandasın, hüsrandayız. Yanlış anlama, yüce Allah'ın merhametinden asla umudu kesme. Çünkü Allah sonsuz merhamet sahibidir. Ondan daima merhamet iste ve sabret. Seni bilmem ama işin özü, ben Allah'tan değil, Allah'ın yarattığı mahluklardan, yani iki ayaklı hayvan olan insanlardan umudu kestim. Haydi eyvallah. 

23 Eylül 2016 Cuma

Ne Oldu Bize Altan?

Altan vardır. Bildin mi? Her Şey Güzel Olacak filminde. Cem'in ilk filmi. Oradaki Altan bana soruyor işte. Ben de Nuri kesiliyorum. Bilemiyorum Altan, ne oldu bize, hiç bilemiyorum hem de...

Ne oldu ulan bize? Ne ara bencilliğimizi meşru gördük, kendimize hak gördük. Ne ara kendimiz için onlarca cana kıyacak kadar orospu çocuğu olduk. Bu sabah ki kaza son örneği işte. Sırf şoföre gıcık oldu diye, tekme, şemsiye diyorlar ama içeride her ne olduysa, sırf kendi öfkesi yüzünden hem otobüsteki yüzlerce canı, hem de trafikteki yüzlerce canı tehlikeye attı. Allah'a şükür ölen olmadı. Bu insanı, toplu cinayete teşebbüsten yargılamak şarttır! E tabii, yaptırıcı cezaları uygulamakta en tembel ülke biziz. Bugünkü olay, sadece bir örneği. Yoksa, görmek isteyene yüzlerce örnek var. 

Ne oldu ulan bize harbiden? Sırf kendi mutluluğun için başkalarını nasıl da hiçe sayıyoruz abi biz? Topumuzun ağzına sıçayım. Bunu ergenken ben de yaptım, ergenlikteki kendimin ağzına sıçayım en çok. Bu yüzden ben insanlardan umudu kestim işte. Bizden bir sike derman olmaz. Allah'dan asla umut kesilmez ama yarattıklarından çok güzel kesilir. Ben şurada gitsem, sokakta yatsam, belki bu yazıyı okuyup kendince "Haklı len, bunu yapmalıyım artık." diyerek, sokakta ben yatsam hiçbiriniz bana asla yardım etmezsiniz. Normalde hümanist takılan, tecavüzlere duyarlı, Soma, Madımak, Darbe katliamlarına son derece hassas ve karşıt takır takınanlar, sokaktakileri görmezden gelirler. Bu yüzden iyilik yapan insanların çoğu bana göre yüzeysel iyilik meleğidir. Gerçek iyilik yapan adam ve kadın, ne kendini malzeme yapar, reklam eder, ne de adının duyulmasını ister. En doğrusunu yapar, çünkü sonuçta ayet var.

"Sadakaları açıklarsanız bu da güzeldir. Ama onları gizler ve yoksullara bu şekilde verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır; günahlarınızdan bir kısmını örter. Allah, Habîr'dir, yapmakta olduklarınızdan gereğince haberi vardır." - Bakara 271 

Gizlemek cidden daha hayırlı, hele bu devirde. Sen tertemiz bir niyetle, örnek olsun ve bağışlayacaklara önayak olasın diye bir iş yaparsın ve anında bu çokbilmiş, üretmeyen ama eleştiren dallamalar anında "Reklam yapıyor, reklamcı yavşak." tarzı yaftaları şak diye vururlar. Ulan dangalak, nereden biliyorsun onun niyetini? İçini açıp baktın mı? Bu tiplere hem malzeme vermemek, hem de dinen daha hayırlı olduğundan gizli yapmak daha faydalıdır. Reklam olacaksa, böyle yoksulluğu bitirecek ve ihtiyaç sahiplerine iş, aş verecek her reklama da can kurban abicim. Yoksula sucuk reklamını göstermektense, ona sucuğu yediren reklama can kurban. Hep beraber nimetlenirsek, kimsenin gözü de kimsede kalmaz. Ne varsa ya aşırı varlıktan, ya da yokluktan geliyor.

Ne ara şiddeti kendimizde hak gördük? Niye dövüyoruz oğlum biz kadınları? Allah birbirinize sevginizi verin, birbirinizde huzur, sevgi, şefkat bulun diyor, sen kalkıp kadını, çocuğunu dövüyorsun, ona eziyet ediyorsun. Sonra nasıl namaz kılıyorsunuz, benim bunu aklım almıyor abi. Allah'ın yerine hüküm vermek kimsenin haddine değildir bunu da biliyorum ama bana samimiyetsiz garip geliyor şahsen bu da şahsi yorumdur yalnızca. Alnın secdeye değmekle olmuyor bu iş, bu dini hayatımıza "Tam manasıyla" taşımak lazım, işine geleni alıp, işine gelmeyeni taca atmakla olmaz. Ahanda böyle bir ayette buyruldu Allah tarafından hepimize ;

"Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır" - Rum 21   

Kadınlar ve erkekler birbirlerine eş olsunlar, birbirlerine kaynaşsınlar, sevsinler, helal olunca da sevgiyle tepe tepe sevişsinler diyor. Harbiden kavga etmeyip, sevmek ve sevişmek lazım. Bu olaylar ancak böyle çözülür ve tabii cezalar daha da caydırıcı olmalı ve sertçe uygulanmalı, kıssasa kıssas olmalı. Sevişmek lazım diyince hemen abazanlaşmayın. Onu gerçek manada kullandım ama onun için önce evlenmen lazım. Gözünü sevdiğinden ayırmaman lazım, sadık olman lazım. Harbiden eski insanlar gitti ve yokluklarını feci hissediyoruz. Çünkü onlar bize sevmeyi hatırlatıyorlardı, artık güzel sevmeyi hatırlatan hiçbir miras kalmıyor. Sevmesini bile bilmiyoruz, hep bir memnuniyetsizlik, hep bir beklenti, empati kurmamak, uzlaşıcı ve yapıcı olmamak, olunca da götünde patlayacak bazen. Böyle olunca çözülür diye bir garantisi yok ama olsun sen ol, olmakla ne kaybedersin oğlum. Kaybeden karşı taraf olur, sen değil. Burada bencilce algılama, burada mesaj ; Sen elinden geleni yap, yeter. Ama cidden yap. Yapacağım diyerek yarına erteleme herkes gibi. 

Herkes profil fotosunu yap Ümran yapar, Berkin yapar, Afrikalı çocuk yapar, 5 kilometre ötesindeki mendil satan çocuğu görmezden gelir. İşte benim tam küfürlerim ve tüm öfkem böyle yavşaklara. Ne kadar yüzeyselsiniz. Evden oturup tıklamakla iyilik olmuyor. Git onun hayatına dokun, tüm mendillerini satın al ve 1 öğün tavuk döner yedir amına koyayım. Ne olacak ulan, 20 TL gider en fazla cebinden ama onun mutluluğuna değer mi? Paran varsa, bunu yap ilk fırsatta. Bugün de kola, bira içme ya da kuruyemiş alma, ne kaybın olur. Sigara içme, ne kaybın olur. Aksine, ciğerlerin "Ulan pezevenk bari 1 gün bize rahat yüzü verdin." diye seni severler ehehe. 

Etrafınızda tonlarca Ümran var. Sığ bakmayın. O çocuğa hepimiz acıdık ama acınacak nice çocuklar var ve bizim nice dertlerimiz varken, onların sıcak ev, yuva ve okul gibi dertleri var. Biz neleri dert ediyoruz, şükretmekten yoksunuz. Şükret sahip olduğuna her ana ve soluduğun her nefese, çünkü bu günler bir daha geri gelmeyecek. Yapabildiğin kadar iyilik yap, bol bol sev, biliyorum çoğu orospu çocuğu ve orospu kadın var etrafta, sevilmeye değmezler ama halen sevilmeye değecek binlerce insan ve güzel yürek var. Onları çok sev, 7 milyar insanı seviyormuşsun gibi sev. Aileni çok sev, kedileri çok sev, sevgilini çok sev. O damla, o kadınla bir gün evlenirsin umarım. Yoksa da evlenmek zorunda değilsin, sonuçta uygun insanı bulmak lazım. Sevdiklerine de elinden ne denli geliyorsa vefalı ol ve sevdiklerini arada hatırlat. Bugünden başla bence mesela, çünkü bir daha o fırsatı asla bulamayabilirsin. Etrafa her birimiz sevgi verirsek ve hasta ruhlu insanlara en sert ve kıssasa kıssas cezalar verirsek, o zaman her şey güzel olacak Altan. 

Haydi eyvallah Altan. Ha bu arada Altan, seni seviyorum. 

22 Eylül 2016 Perşembe

Yazarak İç Kusma 3

Bugün de devam yazımla geldim. İlk iki yazıya buradan ve buradan ulaşabilirsin. Ben de devam yazısı yazyaım dedim, okunması garanti diye. İnce gör Logar, ben kalın mı görüyorum? Ehehe.

İnsanlarla uğraşmak hakikaten yorucu. Hiç birisi derdini umursamaz, eğer popüler değilsen seni kimse umursamaz. Bir küfrü ben etsem, vay sen ne terbiyesizsin olur. Cem Yılmaz, Okan Bayülgen ya da Levent Üzümcü o küfrü ederse, "Adam haklı be abi." diyecek gırla insan var. O yüzden bu işleri geç corç. insan arada siklenmek istiyor. Kendimden biliyorum. Sözlük ortamından, reel hayatımdan biliyorum. 2 Gün sonra "Ya bakacağım, ya okurum, ya dinlerim, araşırız, gelirsin laflarız." ben bu masalları çok duydum. Herkes kendi derdinde buna saygı duyarım, ama yapamayacağın bir haltın sözünü niye verirsin? Kırmamak için. Peki sen dediğini yapmayınca, kendine göre yap(a)mayınca yine kırmış olmayacak mısın be yapay duyarlılığına aduket çektiğim. Tabii ki kendinle ilgileneceksin, buna bir halt diyen yok. Ancak sana yazan depresif, dertli, ya da o an tanışıp sıkıntını sana anlatan bir adamı, bir kadını, bir insanı "Ya sonra hallederiz." diye çevirmek, çok aptalcadır. Delikanlı gibi siktir çek, en azından dürüst ve samimi olursun. Başkalarına göre yaşamak çok sıkıntılı. Alt tarafı 2 sohbet ulan benim böyle insanlardan beklediğim. Evet ulan, ilgi istiyorum. Yazınca umursamayan tiplere hepten ayarım. Hayırdır lan, kimsin sen? Ülke mi yönetiyorsun, bu ne meşguliyet. Sorsan "Ya hacı işimiz var?" ne işi Süveyş Kanalını 5. kere mi turlayacaksın, Cebelitarığa başbakan mı oldun ulan? Bu ne umursamaz ayaklar. Cevap yazmayı unutmuş olamaz mı? Olamazsın abicim. İşine gelmediğinden umursamadın sen. İstisnalar elbette kaideyi bozmaz bu arada. neyse, benim vaziyeti konuşuyorduk. Birilerine ilgi gösterip, ilgi görmek istiyorum. Çünkü yoruldum.

Harbiden yoruldum. Din mevzusuna daha hakimim ama Kur'ân çalışmam yarım kaldı. Nahl suresinde kaldım öyle. İçimden gelmiyor, çünkü feci üşeniyorum. Ölümü biliyorum ama üstümde bir üşengeçlik var. Başkalarına göre yaşamak sıkıntılı demiştim ya, aynen öyle. Biliyorum memur emeklisi dayılar gibi çayını höpürdeterek içip, sana nasihat veriyorum ve sen de muhtemelen sikine takmayıp, yerdeki halı desenlerini, ya da duvardaki noktaları sayıyorsun. Say ulan say, amacım içimi boşaltmak. Okursan kendine, yaparsan da kendine. Ölmek üzere olan insanların en büyük pişmanlığı ne biliyor musun? Başkalarına göre yaşamak, yani toplumda "İyi, hoş, elit" anılacağım diye yaşamak. Acaba insanları siklediğin kadar, yüce Allah'ı, Tanrı'yı bu kadar umursuyor musun? Amacım buradan namaza kıl kâfir edebiyatı değil, onu yapanların ayrıca ruhuna tüküreyim. Ancak kendini değiştireceksen, bunu kendinle yüzleşerek yapacaksın arkadaşım. Başka hiçbir yolu yok. Çünkü kendisini değiştirmeyen insandan başkalarına gram fayda olmaz.

Öz eleştiri bu yüzden çok mühimdir. Başkalarına göre değil, kendine göre yaşayacaksın bu dünyada. İşte sana vereceğim kısa 20 öğüt, sonra da ben defolup gideceğim. 

Popüler olan her haltın peşinden gitme, okuduğun her şeyi sorgula, hayatı sorgula, yaşama amacını sorgula, kendinle yüzleş, yaşama amacını belirle ve belirlerken önceliğin daima kendine yönelik olsun, Allah'ın kuralları ile yüzleş, gerçekten sevip güvendiğin 1 elim parmağını asla geçmesin, dinini Allah'a özgüle, hedeflerini sadece kendine özgüle, üret, eleştiriden asla korkma, eleştirirken mantıklı ve tutarlı eleştir, yüzeysel ve sığ olma, edep ve ahlak gibi kavramları görünürde ve dilde değil, niyette ve tavırlarda ara, ara sıra mutlaka depresyona selam ver seni kendine getirir, her şey için daima şükret, vefalı ol ve ne olursa olsun, olduğun gibi ol. 

Kendin için yaşa. İstersen seviş, istersen götüne soda şişesini sok, istersen dişlerini penseyle çek, dilediğini yap. Ancak bunu topluma "İyi, şirin, hoş" görünmek ya da Allah'ı kandırmaya çalışmak için yapma. Kendin için, canın o an, öyle istediğin için yap. Ölüm döşeğine düşüp, daha sonra bunları yapmadığın için pişman da olabilirsin 3 gün sonra, bunun hiçbir garantisi yok. Bunları okuyup "Ulan depresif dallamanın tekisin, kala kala sana mı kaldım ulan denyo." diyebilirsin. Dersen de eyvallah derim. Çünkü haklısın, bana kalmadın. Psikologlar ve pskiyatristler de var. Ancak ikisi de paranı alırlar bunlar için, birisi üstüne 2-3 antidepresan vurur, iyice mala bağlarsın. Ben amme hizmeti yapıyorum. Tek fark bu, beleş diye dediğimin doğruluğunun garantisini vermiyorum. Bu çaban ile doğru orantılı ve kişiden kişiye değişkenlik gösterecek bir şey. O yüzden bunun sözünü asla veremem. Şunun sözünü verebilirim ama, bunları yapınca kesinlikle tecrüben artacak ve hayata farklı açılardan bakabileceksin, işte bunu garanti ederim.

Haydi ben kaçar. Eyvallah. Pencereleri kapat ve ayağına çorabını giy yavrum, üşüteceksin.


16 Eylül 2016 Cuma

Ustaya Saygıyla

Ben geldim. Özledin mi? Özlemedin mi lan, ne hayırsızsın ama tamam özlenecek bir adam değilim ama ayıp olmasın diye özler insan. Normalde ölü üzerinden edebiyat yapılmasını hiç sevmem. Tarık Akan için çok çirkin sevinçler var, onlara 2 kelam edip defolacağım. Zira, ceset üzerinden edebiyatlara feci karşıyım. 

Bu tiplere 2 cevap edeceğim. Tarık Akan, kemalist bir adamdı demeçlerinden de anlaşılıyor bu. Düşüncesi size uymuyor diye bir insanı yerden yere vur. Aynısı size yapılınca zırlayın, dava açın. Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, başkasına da yapmayacaksın. Ben bu yüzden insanların bencil olduğunu düşünürüm ve bencil değilim diyen insanın da ilk bu yönüne bakarım. Komünizm kötü bir düşünce değildir mesela, çünkü paylaşımı benimserler. Bana sorarsan ben desteklemiyorum. Bana ters. Çünkü insan her şeyini paylaşamaz bunun bir sınırı vardır bana göre. Mahremiyet unsuru olmalıdır bana göre bir noktadan sonra bu açından ters ve insanın nefsine, egosuna oldukça aykırıdır. Ancak Kur'ân ahlakı oldukça Sosyalist bir ahlaktır. İhtiyacını al, kalanını daima yoksula ve mazlum ile paylaş diyen bir ahlâktır. Kur'ân ahlakı da ve sosyalizm de temel öğelerin birisi paylaşımdır. Sosyalizm'e de aykırıyım ben. 

Anarşist adamım oğlum ben hepsine aykırılıklarım var. Ancak bazı öğeleri oldukça güzel ve harika. Hele ki paylaşmanın unutulduğu bir toplumda bu düşünceler daha da önemlidir ve ben insanın dik durmasına bakarım. Görüşü bana ters bile olsa, düşmanın şereflisi olsun ve götü başı ayrı oynamasın. Delikanlı olsun, canımı yesin. Parada, mevkide fazla gözü olmasın. Para ve mevki önemlidir ama gururun, karakterin ve şahsiyetini hiçbir para birimi ölçemez. Ha, ölçülen yavşaklar var onlar ayrı. 200 TL versen yapmayacağı halt yoktur, ondan hiçbir hayır gelmez. Velhasıl kelam, Tarık Akan'ın da götü başı ayrı oynamamıştır. Herkes de kendini bir çok sikim sanıp, çok mühim bir adam sanıp yazı yazmaya ve görüşünü dikte ettirmeye bayılırlar. Hele ki cesetler üzerine... Öldü ulan işte, Allah rahmet eylesin de geç. Demeye çalıştığım, cesede sığınarak sevinmek de yanlıştır. Onu kafir, onu cehennemlik ilan etmek ise eşittir, şirktir. Hoş geldin şirk dünyasına.


Allah mısınız oğlum siz? Kimin cehennemlik olduğuna Kur'ân asla kesin bir görüş belirtmez. Tek belirttiği görüş, şirk yapanların, şirke alet olanların, şirke göz yumanların, inkar eden, yani ateist, agnostik gibi tiplerin cehennemlik olduğudur. Geri kalan kesimin ne cennet, ne de cehennem garantisi vardır. Görüşü Tayyipgillere ters de olsa, görüşünde dimdik duran ve tutarlı olan bir insandı ve Atatürk'ü savunmak yanlış değildir. Atatürk dini görüşü müslüman değildi sanırım ama ölmeden tevbe ettiyse, onu hiçbirimiz bilemeyiz ancak şu an Atatürk'ün kaymağını yiyoruz, kimse de bunu unutmasın. Bu miras dedelerimizin ama hareketin kaptanı da Atatürk idi bunu da unutmamak gereklidir. Müslüman olmadığını anlatan da "Biz gökten inenlerden ilham almıyoruz" tarzı bir cümle kurduğu bir video var. O lafı da Atatürk bal gibi Kur'ân'a söylemiş. Benim bu yazıyı uzun yapmam da onca edebiyata cevaptır. Kısa kesiyorum artık.



Son olarak, herkes de kendini gerekli bir bok sanmasın, kimse gerekli bir adam değil. Ben de gerekli bir bok değilim bu dünyada. En gereksiz tiplerin belki de başını çekerim ehehe. Bu sıçtığımın dünyasında ne geliyorsa, herkesin kendini haddinden fazla önemsemesinden geliyor zaten. Sana saygıyla ve sevgiyle usta, emeklerin ve o güzel miras bıraktığın filmler için teşekkürler. Son olarak da kralın sofrasında soytarı olmayıp, halkın, yani mazlumun ve azınlığın davasında isyankâr ve eşkiya olduğun için de eyvallah usta. Haydi eyvallah blog. Allah rahmet eylesin sana da bir dönem kadınlarının rüyalarını süsleyen Damat Ferit.

12 Eylül 2016 Pazartesi

Pepsi Paradoksu

Selamın aleyküm baba. Biliyor musun sana bir şey diyeceğim. Pepsi yaşatır seni, pepsi. Bu nasıl slogan abiciğim ya. Su mu ulan bu, pepsi olmadan gayette yaşarım. Kolanın tadı güzel de, sloganı kötü. Ben iyiyim de, çevrem kötü hesabı yani. 

Önce şu paradoksa gireyim de, sonra yazı ve başlığın ne denli alakasız olduğunu göreceksin, alakalı da gelebilir. Buradaki subjektif yargı sana ait, sen ne anlarsan o olacak. Aslında yazmayacaktım ama gene yazmayacağım. İronik oldu biliyorum. Amaç zaten, ironik olmasıydı. Anladın mı? Anlayacağını biliyordum, çok zekisin. Senden adam olur ha. 

Paradoksa girmeden, bundan sonra ciddi bir süre "Din, Bilgi" içeriğinden uzak kalacağım, bilgi verende kabahat abi. Ne çakma sikkoluğum kaldı, ne de kafirliğim, bir ton da ıslah duası aldım. En büyük duayı aynaya bakıp okusalar yetecek ama, adetimizdir kendimize bakmayıp başkasına çamur atmak. O yüzden de komşunun meyvesi hep daha güzeldir. Neyse, kendimi ne diye paralıyorum ki anasını satayım. Bencil olacağım bir süre. Kendimle ilgilenmem gerekli fazlasıyla ve yeni bir dini, bilgi yazısına dek sana okuyacakların hiçbir şey kazandırmayacak ve saniyelerin sadece şahsi fikirlerimi okumakla geçecek. Hunharca eleştiriler burada çarpışabilir işte, senin sevdiğin yani. Gülerdim burada ama gülmüyorum.
Çünkü nasıl gülsem, birisinin çakması olacağım. O halde gülmem ben de, maksat özgünlük değil mi? Evet öyle. Bunu isteyen sensin, ben değilim.

Pepsi paradoksu şudur; Deneklere A ve B adlı markasız iki kolayı tattırdıklarında, deneklerin çoğu A'nın daha lezzetli olduğunu söyler. Ardından deneklere Pepsi ve Coca-Cola'yı tattırırlar ve deneklerin çoğu bu sefer Coca-Cola'nın daha lezzetli olduğunu söyler. Oysa az önce tattıkları ve çok beğendikleri A kolası, bildiğimiz Pepsi'ydi. Beğenmedikleri B kolası ise Coca-Cola'ydı. Bunun en büyük sebebi, reklamları sayesinde Coca-Cola'nın daha prestijli bir intiba bırakmış olmasıdır. Bu Pepsi paradoksu öyle Pepsi'nin yaydığı bir şehir efsanesi değil, deneyleri de yapılmış gerçek bir olaydır. Bu yüzden Pepsi, geçenlerde üniversitelerde de bu "Pepsi paradoksunu" hortlattı ve kazanan Pepsi oldu %59 ile. Ben demiyorum, Pepsi diyor. Al bak. 

Güzel kola bana göre de, şeker oranı daha fazladır. Şeker sevenler bu yüzden Pepsi'yi severler genelde. Şekersiz çay içenleriniz ise, Pepsi'yi çok gönüllü içmezler. Seveni illa ki vardır. Çünkü dilin tadım oranları ve damak zevkleri herkese bambaşkadır. Bu sadece benim ufak bir tespitim ve doğruluk garantisi sana veremem. Ancak, Pepsi yaşatmaz. En fazla seratonin ile mutluluk satar ve bağımlılık yapar, bunun için de kafein dozajı etkisinden de yararlanırlar. Sigara içmektense, kola içmeyi yeğlerim. Zira daha az zararlı sigaraya kıyaslarsak. Tüm bağımlılıklar kötüdür, orada hem fikiriz. Kola'yı da dozunda içeceksin, seviyorsan sigarayı da. 

Ancak bazen, bu hayatta seni mutlu eden şey bile mutlu etmez ya. Beni şu an mutlu etmiyor, çünkü depresyon böyle lanet bir şeydir işte. En sevdiğin içecek dolapta ağzına kadar doludur. Ancak senin içesin gelmez ya da içersin, ama içtiğinden hiçbir şey anlamazsın. Canın içmek istemez ve hiçbir şey umurunda olmaz kendinden başka, şu anda da böyle şerkeş ve lanet bir vaziyetteyim. Depresyonda olan insanda pek bir hayır gelmez. Çıkıyor gibiyse hayır gelir ama acıdan kıvranma aşamalarında o insandan topluma hizmet işi beklemeyin. Yaparsa da eline yüzüne bulaştırır zaten. İlk dini yazımda tam çıkıyor gibiydim ve bu yüzden dini ele aldım. Çıkana dek ele almam, çıkar çıkmaz da ele almam çünkü konusuna göre iyice araştırmam gerekli.

Sen depresyondayken senin için hiçbir şey eski kıymet-i harbiyesinde olmaz. Ne oluyor lan bana, içime Zeki Müren mi kaçtı anasını satayım, o ne kelimeydi öyle. Neyse, sakin, yavaşça Zeki Müren'i yavaşça size bırakıyorum. Merak etmeyin, o da sizi görecek. Espri komikti ama anlayana, anlamadıysan sen bir Vizontele izle de gel. Klişe olacak sonraki paragraf belki ama olursa da olsun. Sıçarım böyle işe. Çünkü burası benim çöplüğüm ve ben gibi depresyon kokuyor şu anda da.

Depresyon sadece sevdiğin kolanın ağzına kadar dolu olması olup, senin onu tercih etmemen, etsen de ondan eski keyfi ve zevki almaman değildir. Depresyon, Kim Milyoner Olmak İster'de 1 Milyonluk soruyu görünce bile gram heyecanlanmamaktır. Depresyon, en sevdiğin kitap serisine aylarca dokunmamaktır. Depresyon, ağlamayı delicesine isteyip ağlayamamaktır. Bir nevi sıçmak isteyip, içeri sıçmak da diyebiliriz. Rahatlatmaz ve daha da çok acı verir bu durum, bir nevi yine depresyon yani. Depresyon, Mario oyunundaki prensesin önündeki o canavar gibidir ve hunharca silahlarını sırayla fırlatır. Depresyon İntegral gibidir, kafanı daima karıştırır. Depresyon, Trigonometri gibidir her forma ve her kalıba uygundur. Depresyon, oyun hamuru gibidir ve sen nereye giderse bu trigonometri, hamur gibi esneyip o yönde evrilir hamur seni bırakmadıkça sen o hamurdan kaçamazsın. Kaçayım dersin ve parçaları parçalar daha da ufak bölümlere ayırırsın, ama o parçalar yine de peşindedir. Sadece sorunun bölünük gözükür ve sen atlattım zannedersin. 

Depresyon, Galatasaray gibidir bazen 14 sene seni asla mutlu etmez. Depresyon Trabzonspor gibidir bazen de, 32 senedir mutlu olamazsın. Depresyon, bazen Fenerbahçe gibidir. Gerçekten mutlu olduğun o kadar azdır ki mutsuz olduğun tonlarca ana kıyasla, Fenerbahçe'nin kadrosu ve hocası arasındaki uyum gibi çok nadirdir. Depresyon, bazen de Beşiktaş gibidir. Sen didinirsin, aslanlar gibi emek verirsin ama hep birisi gelir ve senin emeğini çalar. En çok haksızlığın Beşiktaş'a yapıldığı gibi, sana da daima en çok haksızlık yapmış gibi gelir ve öyle oturur o acı koynuna. Depresyon en çok hayat gibidir, tekme gibidir, tokat gibidir, iğne gibidir, bıçak gibidir, çivi gibidir, en çok bunlar gibidir depresyon. Çünkü bunların hepsi gibi batar ve battıkça kesintisizi acı verir, kanatır, perişan eder, ortada tek bir fark vardır. Bıçak, iğne, tokat, yumruk bunlar tenini acıtırken, depresyon en zayıf yönünden vurur seni, ruhunu acıtır.

Yaklaşık olarak 9, 10 dakikanı çaldım. Her saniyenen boşa gitti, çünkü bu acıyı ne kadar dillendirirsem dillendireyim, tek hisseden benim. Herkes, hissettiğinde acısında yalnızdır. Haydi eyvallah ve özür dilerim, boşa giden saniyelerini geri veremem. 

10 Eylül 2016 Cumartesi

Nilüfer Turizm Mevzusu

Yazmayacaktım ama bu durumu kısaca ifade etmek zorundayım. Çünkü bir erkek olarak hep bu konulara hassas olmuşumdur. Hassas olmak da zorundayız! 

Bu kadını iğrenç ve şerefsiz hemcinsimin teki, bu kadını elleyerek resmen taciz ediyor. Profiline girerseniz zaten kendisinin olayı anlattığını göreceksiniz. Diğer şoför arkadaş anlayışlı davranıp, hanımfendiye yardımcı olmuş. Ancak kendisi olaya tepki göstermese, bu pezevenk daha ileriye gidecekti. Yine sövüyorsun diyeceklere de, bunlara da sövmeyeceksek tazı tarağı bırakıp gidelim bu ülkeden. Doğduğum ve sevdiğim topraklar olmasa, bu ülke son 10-12 yıldır net çekilmez zaten.

Kadını güçsüz görmek nedir arkadaş? Böyle fantezilerinizi sikeyim ben sizin ya. Damacana seven de bol bu ülkede. Tecavüzü protesto edip, 2 ay sonra bir başkasına tecavüz edeni de gördü bu ülke. Kadınlara ikili ilişkilerde genelde kızarım ama güvenmemekte de haklılar abiciğim.

Bu yazıyı ya da kızın yazısını gerekli tüm platformlara aktarın ve böyle olaylar yankı buldukça sesimizi çıkıyor bizim. Yoksa adam tutuklansa bile 10 yıllık ceza, iyi halden 1 yıla iniyor. Özgecan, Cansel gibi yankı buldukça ağır cezalar geliyor. İlla ağır ceza verilmesi için yankı mı bulmalı? Asla ama dandik bir ülke konumuna dörtnala gittiğimizden, anca yankı bulacak da öyle ağır ceza alacak. En azından hiç yoktan iyidir demek lazım bu duruma. 

Kadına ne zaman, hak ettiği zerafet ile yaklaşacağız bu ülkede be abi! Bu işin dini, ırkı yok. Ya adam olacaksın, ya adam olacaksın. Sikinin peşine gitmeyeceksin, canın çekerse çeksin gitmeyeceksin! Kendine hakim olmayı, stoplamayı ve başkasının da namusu, haysiyeti, şerefi, testisine kan gittiğinde bile aklında olacak! Onun da namusu, hayalleri, belki sevdiği, evleneceği bir adam var. Her şeyden önce onun da bir canı var! Kadına, rızası olmadan en ufak bir temas bile yapmazsın buradan özetle! Bu organ bende de var, ben niye yapmıyorum? Çünkü benim ruhum, bu şerefsizler gibi iğrenç duygulardan oluşmuyor. Ruhu güzellikle de besleyebilirsin, iğrençliklerle de. Bu tamamen tercih ve irade meselesidir. Bir de, terbiye meselesidir. Böyle çocukları bilinçlice "Erkektir, yapar tabii aslanım." diyen ve erkek evlatlarını böyle şımarık, kız evladını potansiyel orospu gibi"Takip edelim, cidden Mervelerle mi kalıyor?" diye yetiştiren herkesi de ayı ayrı kargalar leşlerini çiğnesin inşallah. 

Hümanist takılamam böyle insanlara, yaşı, başı hiç umurumda değil. Kadınların bu ülkede cidden güvencesi, tacize uğrasa bile bıçağı vardır diye seyreden bir sürü sözde "Delikanlı" tanıyorum. Ne olur oğlum, ölürsün ulan en fazla. Yarın o tacize sessiz kalır, bana dokunmayan bin yaşasın dersen, senin annen, kız kardeşin, sevgilin de uğrar hiç kusura bakma. 

Otobüsün plakasını Melike çekmiş. Ben de aşağıya foto olarak atıyorum. 



Yazımı kendisine şu cümlerle bitiriyorum. Ben de kendisine yazının linkini mesaj olarak atacağım, görsün ve kendisini yalnız hissetmesin ki Facebook hesabından oldukça güzel destekler almış, destekleyen herkesin de yüreğine sağlık. Suçu yapan şerefsiz, pezevenk ve insan müsvetlisi adına hemcinsim adına özür diliyorum. Bu bir yerde her erkeğin ayıbıdır. Çünkü durmalı diyoruz ama benim çoğu her cinsim "Lafta delikanlı" olduğundan durdurmak laflarını eyleme geçirmiyorlar. Benim eylemim de şu anlık bu, ancak aynı otobüste olsaydık ve görseydim, hiçbirinin yapamadığını ben yapar ve bir güzel döver, arkasından polisi arar ve otobüsü asla hareket ettirtmezdim. Gereken tüm tutanaklar tutturuldu ve sen de mağdur değil, hakkını kazanmış birisi olarak inerdin bu otobüsten. Bunu yapmayanlar adına da özür dilerim. İnsanlığımız çöp bidonu oldu bizim. Bu, hepimizin ayıbıdır. Seninle aynı otobüs içinde olmadığım için beni de affet, böyle düşünen herkesi de affet. Avukat değilim, olsaydım zaten sana gönüllü yardımcı olurdum ancak sana yardımcı olacak sayısız aydın ve arkanda olacak kadın avukatlarımız fazlasıyla da mevcut o yüzden bana da gerek yokmuş ehehe. 

Neyse, bu yazım umarım en çok senin yüzünde bir tebessüm ve "Ulen, yanımdasın be sağolasın arkadaş!" dedirttiyse, amacına ulaştı demektir. Kendime gram faydam yok, en azından insanlara olsun ve konuyu "İtü sözlük/İnstela'ya" taşıdım. Hiç merak etme sen. Hukuk mücadeleni de en ağır cezayı verdirtene dek sürdür ve bunu tüm kadınlar adına yapacağından da hiçbir şüphem yok. Sevgiyle kal Melike. Çorbada tuzum olursa, bu bana yeter. Haydi eyvallah. 

Not : Sözlükte bir arkadaşım iyi bir noktaya değindi. Amaç firmaya asla çamur atmak değildir. Nilüfer'de çalışan bir arkadaş, firmanın oldukça bu konulara hassas ve disiplinli olduğunu söyledi. Öyle olmasını temenni ediyorum zaten. Nilüfer firmasından birisi okuduysa ve firmayı lekelediğimi düşündüyse de özür dilerim. Amacım bir rezaleti gündeme getirip, yapan şerefsizlerin ceza almasıdır. Yoksa firmaya kasten hiçbir lekeleme yoktur, yazının başlığı tamamen mağduriyete dikkat çekmesi ve maalesef bu şerefsizlerin firmayı kovulamadan önce temsil etmelerinden dolayı açılmıştır. Amaç kırmak değil, mağduriyeti gündeme getirip firmanın gerekeni yapmasına şahsımca nacizane yardımcı olmaktır. 


9 Eylül 2016 Cuma

Depresyona Dönüş

Aslında benim daha farklı yazma amacım vardı ama hayat asla planladığın eylemi yapmana izin vermez. Bende de izin vermediği ve bazen hiç izin vermeyeceği gibi. 

Neyse, insanlara güven olmayacağını. Gerekirse, ailene dahi güvenmeyeceğini bilmelisin. Ailen iyiyse onlara güven tabii ama iyi değillerse de ayık ol. Benimkiler çok şükür iyi insanlar. İyi insanlardır seninkiler de umarım. Neyse, bana odaklan. Çünkü ben depresyona geri dönüyorum. 

Hatun meselesi ama bu kadarını diyeyim ve olur ki sana, sevmekle aşılır derse, ben de ona kocaman bir "Nah" hediye ederim. Sevmekle bir sike derman olmuyor. Güzel bir histir sevgi de, şimdiki kadınlar ne asil, şimdilik erkekler de adam değil.  İki cins de kendi içinde ayrı karaktersizleşiyor. Birisi vajina, öbürü para derdinde, al gülüm ver gülüm yani. Şimdi sen böyle iç döküyorsun. Sen çok mu kusursuzsun diyeceksin, hayır valla gayette kusurlarım var. Son ilişkimde de oldu bu kusurlar. 

Ama ben en azından, sevgilime buluştuğumuz en son gün "Ya vallahi sen benim tanıdığım en temiz kadınsın." diyip, bundan yaklaşık 2 hafta sonra "Seni seviyorum ama ara verelim." demedim ama bana denildi biliyor musun? Ben de enayi oldum. Olsun be moruk, bizim de imtihan bu demek ki sıçtığımın mekanında. Sen gel, sevgini kurtarmak için alttan al, ilgi göster, yapıcı ol, triplerine katlan ve sonuç bir mesaj ile kalbinin yine ve yeninden yıkılması. Ama yok moruk bu sefer ağlamadım ama artık arasından dönse de bitti ilişki. Zaten ara veren kadında da bir sikim olmaz ben sana diyeyim. Bunlar hep ayaklardır bu işin. Ben buna inanıyordum ve başıma hiç gelmemişti. 2 Gün evvel gelince de tescilledim olayı.

Bu devirde aşk olayları falan yalan abicim. Evlenen evlensin. Bana düğündür, tektaştır, yapay romantik hareketlerdir ters. Kendisi ilk kavgamızda "itü sözlük" nam-ı değer "instela" üzerinden bana yazdığı aşk mesajlarını yani grilerini sildi ama benimkiler halen durur ve ilişki bitmesine rağmen yine de duracak. Sonuçta onlar geçmiş hatıralardır. Entryleri, fotoları, numarayı silince onu beyninde silmiyorsun ve hiçbir zaman silemeyeceksin. Unuttuğunu sanacaksın en fazla hacı, o kadar. Bir süre benden aşk işlerine paso valla. KPSS denen illete daha da sımsıkı sarıldım. En azından bir ekmek teknem olsun, aileme yardım ederim amına koduğumun dünyasında. En azından elin hatunuyla evlenecem diye kendimin kılını kırk yarmasından iyidir.

Sana yazmadım ama ilişki artık benim kafamda da, kalbimde de o davranışınla bitti. Çünkü ben soğur gibi hissettiğimde bile siktirip kaçmadım. İlişkiyi kurtarmak için kendimle bile mücadele ettim zaman zaman. Bunu da Allah biliyor, sen ne dersen de. Onun için bu yazıyı okuyup bana yazarsan da ağzımdan hiçbir kelime alamazsın. Ne de olsa elinde var mesleğin, ben gibi depresif ve boş birisi değilsin. Görücü gelir sana, evlenirsin. Ama o evlendiğin adam, seni benim sevdiğim gibi sever mi? Nah sever. Klişe bir cevap oldu ama öyle olduğunu emin ol, sen de biliyorsun. 

Depresyona dönüyorum ama dönmek de güzel. En azından ayık oluyorum ve sürekli bir şeyleri kurcalıyorum, okuyorum, tek bir amacıma ve Allah'a dört bir yanla sarılıyorum. Hani Behzat amirim'de Akbaboş der ya "Ben oldum ağa cinayet!" heh, işte "Ben oldum depresyon ağa!" 

Neyse, bitti kadın. Artık hayatımda yerin "Eski sevgili" okunmuş ve tozlanacak bir kitap misali. Olur da bir gün içersem, o zaman tozlarını siler ve açarım, iki anarım, belki güzel sözle, belki de ana avrat küfürle sonra da kapatırım, siktirip zıbarırım. Şu an yapacağım gibi, haydi eyvallah.

6 Eylül 2016 Salı

Din, Ahlâk ve Allah İlişkisi

Uzun bir ara sonrası biraz bilgisayar oyunları, yazı konusu hakkında okunacak kitaplar ve Kur'an çalışmamı ilerletip geldim. Bugün Dinlerin gerekliliği üzerinden, niçin yüce Allah'a inanmamız gerektiğini izah etmeye didineceğim ve kendisine neden mutlak itaat ile kul olup ibadet etmemiz gerektiğini, karşıt görüşleri de yorumlayarak ortaya koyacağım. Alfabetik sıradan başlayacağım ki, bu görüşe sahip kankalarınız varsa gücenmesinler.

Başlamadan evvel, teoloji'yi bilmeyen arkadaşlar için bir tanımını yapayım ve yazıya girmeden bu yazı yazan tipin, 24 yaşında bir Adam olduğunu, Teoloji'ye, Felsefe'ye, Din'e, Kur'ân'a asla tamamen hakimiyeti olmadığını,sadece bu konularda çok araştıran, sorgulayan, düşünen, okuyan ama daha bu konularda öğrenmesi, akletmesi gereken birçok konu daha olduğunu bilen bir adamın yazısı olduğunu hatırlatayım. Bu okuduklarınızın üzerine mutlaka araştırma yapıp, kendi aklınızla uyuşturmayı, sorgulamayı asla unutmayın. Unutursanız, asla sorumlusu ben değilimdir. İkna olursanız bile araştırma yapın, belki ufak bir bilgi hatası vermiş olabilirim. Çünkü insan hata yapmaya müsait bir varlıktır ve ben de bir insanım, asla hatasız değilim.

Eksik varsa da, yorumlarda ya da bana ulaşarak hatırlatın, sorularınıza yanıt bulamazsanız özelden gelip, sorun, çekinmeyin. İnsan yemiyorum. Bence bu yazıda eksik hiçbir pencere kalmadı, ancak sana göre kalmış olabilir. Tekrarlıyorum, ben de bir insanım ve insan hata yapmaya oldukça meyillidir. 


Teoloji = Din ve Felsefenin bir arada olduğunu ve ikisini bir arada inceleyen bilim dalına denmektedir. Bu tip konularda kesinlikle Teoloji'yi her zaman cebinizde bulundurmak zorundasınız. Çünkü Din ve Felsefe, Din ile Ahlâk kavramlarını incelerken her zaman olaya Felsefik, yani teolojik pencereden de bakma zorunluluğunuz vardır. Ben de elimden geldiğince bunu yapmaya gayret göstereceğim. Yazı çok derin olduğundan, ben de bir insan olduğumdan, elimden gelen her açıdan ve her pencereden empati kurup yorumlayacağım. 

Agnostisizm = Bilinmezcilik, ya da emin olamayışçılık özetle. Teolojik anlamda, Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun, bilimsel olarak da evrenin nereden türediğinin bilinmediğini veya bilinemeyeceğini ileri süren bir akımdır. Felsefik bir akımdır ama özünde de bir inançtır. Çünkü bir şeyin "Bilinemeyeceğine" iddia etmeniz için, ancak ona inanmanız ve bu doğrultuda çaba sarf etmeniz lazımdır.

Agnostik ateizm = Diğer adıyla da ateist agnostisizm, hem ateizmi ve hem de agnostisizmi içine alan bir felsefi görüştür. Agnostik ateistler, herhangi bir tanrıya ve tanrısallığa inanmadıkları için hem ateist, aynı zamanda kesin olarak herhangi bir tanrının var olup olmadığını bildiklerini iddia etmedikleri için de agnostiktir. Ne şiş yansın, ne kebap valla.

Apateizm = Apateizm kısaca, zaman içerisinde tanrının, tanıların var olup olmadıklarına dair herhangi bir yargıya katılıp katılmamakla ilgilenmemektedirler. Umursamazdır işin kısacası. 

Ateizm = Tüm tanrılara ve ruhsal varlıklara olan metafizik inançları ve dinleri reddeden; doğruluğuna inanılan gerçekliği inanç yoluyla açıklamayı kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımıdır. Bu da bir inançtır, tıpkı agnostisizm örneğinde olduğu gibi, bir görüşü açıklamak gibi bir amacınız varsa, bu görüşe öncelikle kendiniz inanmalısınız. Bu da zaten görüşü bir inanç şekli yapmaktadır.

Deizm = Mantık ve doğal dünyaya dair gözlemlerle, dinsel bilgiye muhtaç olmadan sadece akıl yoluyla ulaşılabileceği ilkesini esas alan, bu sebeple vahiy ve esine dayalı tüm dinleri reddeden tek Tanrı inancıdır.

Panteizm =  Evren'in ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür. Panteistler kişileştirilmiş ya da antropomorfik bir Tanrıya inanmazlar.

Antropomorfik = İnsana özgü bütün vasıfların başka bir varlığa atfedilmesidir.

Görüşlerimiz bu kadar, şimdi hepsinin argümanlarına cevap vereceğim. Bu sorular en çok kullanılan argümanlardır.

1- Allah, insanı neden yarattı?

Burada evvela Deistlere çakacağım. Ahiretin yani cennet ve cehnnemin varlığını inkar ederler bu tipler çünkü. Ahiretin var olmadığı düşüncesi aynı zamanda insanın bu dünyadaki yaşantısının bir "Sınama/İmtihan" olmadığının da iddia edilmesini gerektirir.

Şimdi Deist yavrum. Bir Tanrı düşün, o Tanrı da sensin. Canın çok sıkıldı ve insanları var ettin. Senin çıkarın ne olacak? Senin bundan bir fayda görmen gereklidir. Fayda görmeyeceğin işe insan bile girmezken, "Tanrı" böyle bir işe neden girsin? Burada, bu tipler hep Tanrı dediği için, Allah'a burada Tanrı diyeceğim. Çünkü Allah'a Tanrı demekte hiçbir sakınca yoktur, sonuçta Türkçe'ye çevrilmişidir. Şimdi Tanrı'nın elinde bir dünyayı "Ol" diyerek var etme kudreti var ama bu dünyaya müdahele hiç karışmıyor yani? Kusura bakma ama öyle bir Tanrı varsa, yolda yürürken saati, adresi sorduğun kişi bile bu Tanrı'dan daha faydalıdır bizim için. Seni sırf, regl gören kadın misali seni ve milyarlarca insanı, can sıkıldığından var etti. Hiçbir haltınla ilgilenmeyecek yani. Her şey can sıkıntısından yani, he benim kuzuma he. Zeki Müren'de seni görüyor şu an, emin ol. 

Oğlum böyle inanç mı olur lan? Daha kendi sorusuna, kendisi yanıt veremiyor. Can sıkıntısı diyip, klişe ve tekdüze bir argüman harici sığınılacak hiçbir noktası yoktur Deizm'in. Çünkü sen Allah'ı kabul edip, onun kutsal kitapları yani vahiylerini red ediyorsun. O halde bu "Can sıkıntısına, oyuncak oluşuna ve hiçbir sıkıntına" asla ömrün boyunca asla cevap bulamayacaksın ve sana bunu sorana da, "Eee, ııı, uuu" diyip geveleyeceksin., laf kalabalığı yapacaksın. Hatipoğlu'nun yöntemidir bu durumlar, Kur'an'dan köşeye sıkıştırınca lafı eveleyip geveler ama asla tatmin edici yanıt veremez. 

Ayrıca Deist arkadaşım sana mühim bir konu daha diyeceğim. Senin varlığın da oldukça önemsiz. Çünkü sen sadece bir anlık "Can sıkıntısının, keyfin" ürünüsün. Evli bir çiftin zevk için sevişip de, kaza kurşunuyla hamile kalan çocuk sen oluyorsun be aslanım. Yani var oluyor oluşunun hiçbir anlamlı ve özel kılınır yani yok. Denk geldin ve oldun. Ayrıca senin argümanında varlığın ile yokluğunun arasında hiçbir anlamı taraf bulunmadığına göre, varlığın bir şey ifade etmiyor demektir. Varlık bir şey ifade etmezse, yokluğun da hiçbir şey ifade etmeyecektir. Sen bir hiçsin yani aslan parçası, çünkü varlığına dair hiçbir öznel anlam konduramıyorsun. Kondurduğun tek anlam evrimsel anlamlardır. Var olmak için var olmak, sevişmek ve üremek. Ancak senin varlığın bir şey ifade etmiyor ki be abisi. Sen üresen kaç yazar, sevişsen kaç yazar yani. Üresen bile, ürettiğin çocuğun da bu anlam taşıma kaygısına bir cevap bulmayacak. 

Varlığını sadece "Allah ve Din, Din ile gönderdiği Ahlâk" ile anlamlı kılarsın. Sen zaten Tanrı'yı kabul ediyorsun. O zaman evvela Tanrı'nın yaşamına yön verdiğini bilmelisin.

"Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler." - Bakara 186 

Bak, o muazzam varlığını kabul ettiğin Tanrı, tahtında tembel bir Osmanlı padişahı olan II. Selim gibi değilmiş. II. Selim'de Osmanlı'nın en tembel padişahlarındandır. Kanuni'den sonra tahta geçip, sefere gitmeyen ilk padişahtır. Bu da sana ek bilgi olsun. Kur'ân'ın doğru söylediğini nereden bileceksin diyenler için ileride "Allah ve Delilleri" adında bir yazı yazacağım. Ben kendi eleştirime Kur'ân'ın doğru söylediğini rahatlıkla baz alabilirim. Çünkü mutlak bir Tanrı ve mutlak bir hakimiyet varsa, mutlak hakimiyeti de ancak mutlak güç, mutlak gücün ispatını ve delillerini, hatasız ve mutlak bir doğrulukla sağlamalısınız. 

Peki bu doğruluğu nereden garanti edebilirim. Buradan da "Deist ve Ateist" bütün arkadaşları piste davet ediyorum. Yenge diğerlerini pistten bir alalım, hehe. Şimdi sana bilimsel 2 adet delil sunacağım. Ateist arkadaşların klaisk Kur'ân argümanları şunlardır ;

"Sizin Tanrınız insanları cehenneme atıyoo, Muhammed kendisi yazdı ve sizi kandırıyo, Muhammed iyi birisiydi falan ama olmuyoo, Erkek 4 kadın alıyoo, kadın niye 4 erkek alamıyoo"

Gel 3 tane tokat vur. Oğlum böyle salak argümanlar mı olur? Hepsine cevap vereyim. Bir kere Allah adildir. Kötülüğe ceza vermek de iyiliğin prensibidir. Çünkü bir kötülüğe ceza verirsen ve bu ceza kişi üzerinde ciddi bir etki bırakırsa, kişi bu sefer bu kötü eylemi, bu cezayı alma riski yüzünden, yaparken tereddüt edecektir. Diyeceksin ki sen şimdi, Allah bizi niye cehennemden çıkarmayacak? Bunu da bir kumar oynadığını düşün. Nasıl 1'e 100.00 veren oran denk gelince zengin oluyorsan, 1'e. 1.05 veren Barcelona'ya 1 Trilyon basıp kaybedince de tüm paran gidiyor. O hesap, yanlış ata oynarsan, kaybedersin. Seçimini kendin yapıyorsun ve bu dinde de böyledir. Sen kendin Ateistsin aslanım. Kimse seni zorla yapmıyor. O zaman ceza varsa çekersin, kumarı kazanırsan da Cennete girersin ve ödülünü alırsın. 

Muhammed kendisi yazdı iddiasına 2 farklı örneği vereceğim. Birincisine bu yazımdan ulaşabilirsin. Bir diğeri de, İzafiyet Teorisini hepiniz bilirsiniz ;

Einstein'a kadar zamanın her hâl ve ortamda, her şart içerisinde, aynı hızda aktığı kanaati yaygındı. Fakat bugün biliyoruz ki, ışık hızında hareket eden bir cisim için zaman durur. Hatta ışık hızına yakın hareket eden cisimlerin zamanını bile ölçemiyoruz. Zira, çok çabuk varacağı yere varabiliyor. Her neyse uzattım be, sonuçta zaman farkının olması için ışık hızına da gerek yoktur, zira hareket hızı arttıkça zaman daha yavaş akar. Şöyle bir örnek vereyim, Einstein'dan önce evindeki yatakta uzanan bir insanın 1 saati ile, uçakta yolculuk yapmakta olan bir hostesin 1 saatinin aynı olduğunu zannediyorduk. Fakat bu iki kişi için zaman aynı hızda akmamaktadır. Uçakta yolculuk yapan hostes, evinde yatmakta olan kişiye göre daha az yaşlanır. Tabi burada fark saniyenin milyarda biri gibi önemsenmez bir farktır. Kimya tabiriyle de "İhmal edilebilir" bir değerdir. Başka verdiği bir örnek ile de, elinizi sobaya 4-5 dakikalığına koysanız, bu durum size acıdan 1 saat gibi gelir. Ancak bir erkeğin, güzel bir kadınla 1 saatlik sohbeti erkeğe birkaç dakika gibi gelir.

Önemli olan nokta, çok az da olsa bu iki zaman akışı arasında farkların olmasıdır. Bu, Einstein'in hayal gücüne dayanan süper zekâsı ile ortaya çıkmış bir gerçektir. Yani bu durumu bir örnek ile özetlersem, eğer ben ışık hızına yakın bir hızda veya ışık hızında hareket edebilseydim, benim 1 yılım, dünyada günlük işlerini yapmakta olan insanların kat ve kat fazla yıllarına denk düşecekti. Bana göre geçen 1 yıl, size göre 4578 yıla tekabül edecekti işin özü. Kur'ân'da Einstein'in izafiyet teorisini ispatlıyor dersem ne dersiniz? hadi bunu da açıklayın atayizler ehehe.

"Melekler ve Ruh, süresi 50.000 yıl olan bir günde O'na yükselir." - Mearic 4
"İş ve oluş, sizin 1000 yıl saymakta olduğunuz 1 günde yine O'na yükselir." - Secde 5

Bu ayetleri "Ne yani, ben 2016 yılında ben bir kadına tecavüz edersem, ya da kapkaç suçu işlersem, Allah bu olaydan 3016 yılında mı haberdar olacak?" şeklinde yorumlayacak kendini akıllı sanan geri zekalı sürüsünden olan, mal insanlar var. Eminim çevrenize bu yazıyı okutursanız, ve bu kişi ister Sunnî, ister Ateist hiç fark etmez "Yüzeysel" yani her okuduğuna doğru diyen bir tipse, eminim bunu diyecektir. Bunu diyecek en az 20.000 kişi de bulurum. Her neyse çok cıvıtıyorum, sen sıkılma diye, çünkü gece de uzun. Mevzu da uzun, konu da derin.

Bu iki ayet, zamanın izafiyet teorisine uygun, yani izafi, göreceli oluşuna verilmiş mükemmel ve eşsiz ispatlardır. Bu yüzden Allah'a itaat ediyorum işte. Kusursuzluk vaad ediyor bana. Neyse, yoruma geçiyorum. Mearic 4'te "Ruh" denilen şey Cebrail'dir. Çünkü Cebrail, sürekli Allah'ın katına yükselip, Allah'ın vahiylerini belli günlerde iletiyordu. Bunu da en son Hz. Muhammed ile yaptı zaten. Belli günlerde ilettiğinin ispatı ;

"Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır." - Bakara 185

Kur'an bu ayete bakarsak, bal gibi ramazan aylarında indirilmiştir. Kur'an'da her sorunuzun cevabı var ama o da belli oranda tabii. Sonuçta hiçbir kitap, götünüze soda şişesi sokmanın zevk ya da zarar vereceğine dair bir soruyu yanıtlamaz. 

Devam ediyorum arka sıralar bu da sizin içindi. Arka sıra, evladım kime diyorum ben lan. Bak geliyor tebeşir kafaya, buraya odaklan! Esas dikkat edilmesi gereken nokta, burada 50.000 x 365 boyutunda akıl almaz bir zaman farkının oluşmasıdır. Yani bu, Cebrail'in ve meleklerin çok yüksek hızda hareket ettiği anlamına gelir. Aynı şekilde Secde suresinin 5. ayetine göre, iş ve oluşun Allah'a ulaşma hızları da çok ama çok yüksek hızlardır. Kainatın tek efendisi yüce Allah, iş ve oluşlar ile meleklerin kendisine ulaşma hızını, zaman üzerinden açıklamıştır. Tıpkı bazı olayları, bizler daha rahat anlayalım diye Peygamber söylemişcesine, insan lisanında izahat getirmesi gibi, bunu da zaman üzerinden örnekle izah getirmiştir. Bu sürelerin bize 1000 yıl veya 50.000 yıl gelen 1 gün olduğunu söylemiştir. Einstein'ın özel izafiyet teorisine uygun olarak, hızlar yükseldikçe zamanlar arasında da farklar oluşmaktadır. Ve buradaki hızlar çok yüksek olduğundan, farklar da çok yüksektir.

Bu ayetler de pek fazla yoruma açık ayetler değildir. Yoruma açık ve yoruma kapalı ayetler nedir dersen de, onun için seni Baş örtüsü yazıma alayım. O yazıyı okuduysan o farkı, orada çok net izah ettim yazının bir bölümünde. Buraya hazır vermeyeceğim, merak edersen okursun anasını satayım. Anan sana yemeği ağzında kaşıkla hazır mı veriyor? Hayır. Yapar yemeği, yersen yersin. Sonuç olarak, inancınız ne olursa olsun, bu iki ayette zamanın izafi oluşuna örnekler verildiğini seve seve ya da canınız acıya acıya onaylamak durumundasınız sevgili deist ve ateist kardeşlerim. Özellikle sizlereydi bu kısım. Siz daha öncelikliydiniz yani kontenjan olarak.

Bir de şu 4 kadın almak konusunda feci ekmek yiyorsunuz, oradan da az daha vurayım size. Nisa 3'e cevap, Nisa 129'da bal gibi verilir.

"Yetimler konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korkarsanız, sizin için temiz kılınan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Eğer bu durumda adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bir tek kadınla yahut yeminlerinizin/sağ ellerinizin sahip olduklarıyla yetinin. İşte bu, haksızlığa sapmamanız için en uygun yoldur.- Nisa 3

Bak, nikahlayın da sonra  "Eğer bu durumda adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bir tek kadınla yahut yeminlerinizin/sağ ellerinizin sahip olduklarıyla yetinin." ibaresi var ama bizim zekâ pıtırcıkları dandikler gider, ayetin kıç kadar detayına takılır. Ama yüce Allah senin gibilere, gözüne sokmak için sırf buna özel bir ayetle cevap vermiş hem de aynı sûrenin içinde.

"Tutkunluk derecesinde isteseniz de kadınlar arasında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz. O halde tam bir eğilimle bir yana yönelip de öbürünü askıdaymış gibi bırakmayın. Barışı esas alıp sakınırsanız, Allah çok affedici, çok merhametli olacaktır." - Nisa 129

Bak aslanım. Gördün mü? Sen 4 kadınla baş edemezsin. O yüzden sen 1 kadınla yetin diyor bu ayet. Çünkü sizi ben yarattım. Ben sizin adaleti sağlamayacak kadar nefsinize düşkünlüğünüzü bilirim diyor. Burada da bazı bayanlar, "Ömö ködönö öşyö göbö dövrönmöş" diyecekler. Bu kuzum, ayetleri yorumlarken "Sosyolojik" unsurları da sike sike dikkate alacaksın. 43634644. Kere diyorum ben bunu yazılarımda. O dönemde de erkekler, kadınlardan üstün muamele görüyordu her coğrafyada. Kadına eşya muamelesi yapmıyor Allah, anlatırken metafor olarak eşyayı kullanıyor. Anlamadıysan da, anlayana dek baştan oku. Ben yapacağımı yaptım. 

Neyse, şimdi konuyu biraz değiştiriyorum. İncil, Tevrat gibi kaynaklarda tahrif edilseler bile en kabul edilmişlerinde ufakça baktım. 1-2 ayet var. Onlarda da "Allah'ın her şeye gücü yeter." denilmiş. Kur'ân gibi hiçbir ek bilgi ve detay yok. Kur'ân demişken bir de bu ayet var ; 

"Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir." - Hacc 47

Bu ayette, ahiret evrenindeki bir günün, dünyadaki 1000 yıla denk olduğu izah edilir. Bu tabi ki Allah'ın kendisini kapsamaz, bu durum Allah'ın yaratmış olduğu bizler adına geçerlidir. Allah, mutlak ve üstün bir güç olduğu için, bizler gibi zamana tâbii değildir. Yani, zamandan ve bütün güçlerden üstündür. Çünkü mutlak bir güç, ancak her şeyden üstün olursa mutlak bir güç olur değil mi sevgili okuyanım benim?

Heh, bu noktada ateistlerin soracağı "Her şeyi Allah yarattı, peki Allah'ı ne yarattı?" sorusunun mantıksızlığı da ayyuka çıkar. Zira bu soru, zamanı Allah'tan üst bir konumda tutar. Oysa Allah her şeyden üstün olandır ve zaman da Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yüzden Allah'ı kendin gibi betimleyemezsin ve Allah adına"Geçmiş, gelecek, önce, şimdi, sonra" gibi kavramlar yoktur. Yani zaman ve mekân da birer yaratıktır. 

Her neyse, ayete geri dönelim. Konu kapsamlı olunca lastikten bile beter uzuyor işte ehehe. Cennet veya cehennemdeki kullar için 1 gün, bu dünyadaki 1000 yıla denk düşer. Şimdi kemerini daha da sımsıkı tak ve zihnini açık tut! Zira bambaşka sûrelerdeki bambaşka ayetlerin, nasıl birbiriyle anlam ve mantık olarak örtüştüğüne kendi gözlerinizle şahit olacaksınız.

"Onları huzuruna toplayacağı gün, gündüzün bir saatinden başka, dünyada durmamış gibidirler" - Yunus 45

"Tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, gündüzün sadece bir saati kadar yaşamış gibi olurlar." - Ahkaf 35

Ahirette yeniden yaratıldığımızda, bize dünyadaki tüm hayatımız "Gündüzün 1 saati kadar" gibi gelecektir. Zira o an içerisinde bulunduğumuz ahiret evreninin 1 günü, dünyanın 1000 yılına bedeldir. Yani bu durumda insanların dünyada kaldıkları süre, "1000 Yılın sadece çok ufak bir kısmı" şeklinde tanımlanıyor Allah tarafından. Bu da bir insan ömrünü makul düzeyde açıklıyor. 

Ayrıca nasıl şu an bize "Milyarlarca yıl" denildiğinde bize "Hadi len, o kadardır bu dünya var olamaz." diyorsun. Çünkü senin zaman algın "Şu ana, yakın ve yaşadığın tüm geçmişe zaman" ve geleceğe" konsantresin. Yani kendi haricinde zamanı yokmuş gibi algılıyorsun ve bu algı gayet normaldir. Çünkü sen zaman tanımını "Kendinden" ibaret görüyorsun. İşte o zamanda da uyurken nasıl senin için zaman "Yok" ise, çünkü uyurken zamandan bağımsızsındır. Uyuyup uyanırsın. Rüya görürsün ama zamandan bağımsız olduğundan 3-4 saat sonra tüm rüyalarını unutursun. Oysa ki zamandan bağımsız olmasan, en kötü ihtimalle olayın temelini ve kendisini kısmen de olsa hatırlarsın. O yüzden, ahirete gittiğimizde de, dirilene dek ölüm olayında da zamandan bağımsız olacağız. İspat böyle yapılır ehehe. Şimdi gelelim, neden Kur'ân'a, Allah'a ihtiyacım var? Ancak Allah'a ihtiyacı daha rahat temellendirip, açıklamak için "Objektif Ahlâk" kavramını iyi anlamak gerekli. Burayı anlamazsan, yazıyı baştan okuman gerekir valla. 

2- Objektif Ahlâk nedir ve neden gereklidir?


 Objektif bir Ahlâk yasasının önemini anlatacağım sana, ne kadar anlarsan artık...

Objektif Ahlâk = Sosyal hayatta kişilerin birbirleriyle olan sosyal ilişkilerindeki davranış biçimlerini belirten kurallara denir. Bu tanım hiç de yanlış olmaz. Kişiden kişiye değişkenlik gösteren ahlâk kavramına da, Subjektif Ahlâk denir. Örnekle izah etmem gerekirse ;

Tecavüz etmek, objektif ahlâk olarak kötü bir suçtur. Ancak küfretmek, benim gibi sövmeniz subjektif bir ahlâk olarak kötüdür. Ancak ben de sana şöyle sesleneceğim, objektif ahlâk toplumu etkiler, subjektif ahlâk ise bireyin kendisini etkiler. Tecavüz nasıl toplumu etkiler diyeceksin, ben de sana Özgecan Aslan ve Cansel diyeceğim, daha geçen günlerde ölen 9 aylık bebek diyeceğim, insanlar arası güveni öldürür her tecavüz vakası ve kadınlarımızı olumsuz etkiler diyeceğim filan fistan. Küfredersem, en fazla hakaretten iş görüşmesinden kovulurum ya da bire bir kavgaya girerim. Bu örnekler çoğaltılabilir ama sorulacak soru şudur, eğer Tanrı yoksa ya da var ama yarattığını sallamıyor, ya da Tanrı senin umrunda değil, tüm dünyayı nasıl bir "Objektif Ahlâk bünyesinde buluşturacaksın?" diye sorarım ve apışır kalırsın. İnsanlar, özellikle bizim toplumumuz en üretken acizi ve en çenesi çalışan toplumdur. Herkes, her şeyi bilir. Şimdi bu yazıyı okuyunca "Ulan bir tek sen mi biliyorsun?" dallama denilecek bana.

Ben de o arkadaşlara, Einstein izafiyet teorisinde denenmediğinden herkesin taşşak geçtiğinden bahsedeceğim ve o "Hiç kimsenin fark etmediğim bir şeyi fark etti." ispatlanınca o tiplerin kendisine yalvar yakar özür dilediğinden bahsedeceğim. Ya da 2000 yıldır Galile'ye dek, cisimlerin sürtünmesiz ortamda yere düşme sürelerinin ağırlıklarıyla orantılı olduğunu zannediyordu. Ancak Galile, ağırlıklı birbirinden oldukça farklı bissürü taş bırakıyordu. Herkes onunla "Ulan sen angut musun hacı ya?" derken, o yine "Hiç kimsenin fark etmediği bir şeyi fark etti."  Ağırlıkları ne olursa olsun, sürtünmesiz bir ortamda bütün cisimler aynı sürede yere düştükleri fark etti. Diyeceğim şu ki bu kıssasda, azınlık olan hatta tek başına olan bir kimseyi "Fikri yüzünden küçümsemeyin." O olgu doğru çıkarsa, el pençe olursunuz sonra. Çok olmak, bir fikirde bütünleşmek, size haklılık payı vermez. Sadece sayıca üstünlük sağlar. 

Klişe eleştiriye cevabı verdiğime göre devam ediyorum. Objektif bir Ahlâk yasasından bahsediyorsanız, bunun tarafsızlığını ve mutlaklığını ispat etmelisiniz ve kabul edin Ateist kardeşlerim, Deist dostlar, Agnostik kankalar, Panteist panpalar, Tanrı'ya burada paşa paşa muhtaçsınız. Çünkü hiçbir insan Objektif bir Ahlâk yasası hazırlayacak kadar adil olamaz. Ancak bunu Tanrı hazırlayabilir ve yasası da vahyettiği kutsal kitaplardır. Ancak Tevrat ve İncil tahrif olmuş durumda ve okursanız hep sıkışınca "Tanrı'nın gücü yeter" argümanı vardır. Ancak Kur'ân birçok sorunuza bilim, fizik, felsefe, teoloji, sosyoloji, mantık ve psikoloji ile birlikte mutlak ve keskin yanıt verir. Yoruma açık kısımları da dileyen dilediği gibi yorumlar.

Mesela bizler duygularla hareket ederiz daima, hani taşşak geçiyorsunuz ya "Kur'ân'da düşüne organı Kalp diye" doğrudur. Yorumunuza saygım var ama doğrudur bu yorum. Nasıl doğru diyeceksin, ulan be erkek evladı, sen Selin ile konuşurken içinden diyorsun "Ya biz biraz zıt kişilikleriz ama ona aşığım be, çok güzel ve harika bir kadın, en iyisi ben gidip açılayım." derken bal gibi kalbinle karar veriyorsun. Çünkü, kalp içinde duyguları da barındırır ve beyinde duygular yer almaz. Duygular ruh, kalp gibi etkenlerde yer alır ve sen bu duyguna yenik düşünce bak ateist kardeşim, kalbinin esiri olup onun hakim olduğu duygusallıkla karar verdin. Demek ki, insan kalbiyle de karar verip gayette onu tercih edebiliyormuş. Müslümanlara nasıl gömeceğiz diye düşüneceğinize, keşke hayatın anlamını düşünseniz bu kadar..

Evet, sonuç olarak objektif bir ahlâk ile konuşacaksak bu ahlâk ; Herkes tarafından kabul edilir, tarafsız, adil, herkesin başlangıçta eşit muamele göreceği, kişinin sadece tercihlerine göre sorumluluklarına göre yargılanacağı, hak edenin ödül, hak etmeyenin ceza alacağı bir sistem olmalı ve Kur'ân tüm bunlara uyuyor. İnanan herkes kabul ediyor, tarafsız ve adil "Kafirleri öldürün" ayetleri bile adildir. Çünkü o ayetler sadece "Savaş" olursa, yani nefs-i müdafaa için geçerlidir. Yoksa hiçbir kimseyi durduk yere öldüremezsin fikri yüzünden hatta bir müslüman, kavgayı başlatan taraf bile olamaz. Ateistler unutuyor, bizim mezhepçi dallama ve sözde müslümanlar da unutuyor ama "Kafirun" diye bir sûre vardır. Koydum oraya açıp oku 6 ayet sadece. "Benim dinim bana, senin dinin sana!" ayeti vardır ateistler. Tanrı gayet de bu dünya içindeki inancınıza saygı gösteren ve kendisine laf atmanıza rağmen bize, "Onların taptıkları kendine, sen onları boşver. Saygı duyup geç." diyor bize ve siz ayetlerimize taşşak geçerken de bu ayeti diyor bize ;

"Allah, Kitap'ta size şunu da indirmiştir: Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka lakırdıya dalıp gittikleri zamana kadar, o münafıkların yanında oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi sayılırsınız. Hiç kuşkusuz Allah, münafıklarla kâfirleri cehennemde biraraya getirecektir." - Nisa 140 

Hani yüce Allah, sizin için "Öldürün" diyormuş ya bu kitapta, evet bak öldürün diyor. Sıfatına ve düşünüyorum ayağına ossurayım ben senin. Ayrıca Kur'ân'da herkes "Tercihlerine, seçimlerine, iyilik ve kötülük sorumluluklarına" göre, yaptıklarına göre yargılanacak, cennet ve cehennem'e hak edenler gidecek ve bu yerlerde bile, kademeli ödüller ve kademeli azaplar olacak. Cennette normal sevap işleyen inanan ile, canını bu yolda harcayan asla bir olmayacak. Canını feda eden, kuşkusuz diğerine göre daha büyük bir ödül alacaktır. Adil olmak da böyle bir şeydir. Hak edene hak ettiği azabı ve ödülü vermektir, duygusal olmamaktır. Her Kur'ân'a uyanın cennete gideceğinin garantisi de yok. Çünkü sadece Kur'ân'a uyarsan da, Kur'ân + Hadis + Alimler dersen gene içinde Kur'ân barındırır ve ona uymuş olursun. Kısacası objektif ahlâk kavramını bize verecek tek varlık, Allah'tır. Bu ayrımı aşağıda daha detaylı ve örneklerle anlatacağım. Ahlâki farkındalık kavramına geçiyorum şimdi. Parçalar bir bir birleşecek ehehe.

3- Ahlâk ve Ahlâki Farkındalık nedir?

Önce Ahlâk nedir, ona bakalım.

Ahlâk = İnsanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümü. Kaldı ki, doğuştan da bir şeyler getiriyoruz. John Locke abimizi bol bol anacağım aşağıda merak etme. Bu davranışlar iyiyse, iyi ahlâk oluyor, kötüyse de kötü ahlâk oluyor. Neye göre iyi, neye göre kötü? İşte burada da yukarıda bahsettiğim objektif ahlâk mevzusu çıkıyor. Objektif ahlâk konusunun kıymetini ilerledikçe anlayacaksın demiştim değil mi? Şimdi hiçbir objektif ahlâk yasası, yaani tam bir Deist mantıkla Allah'ın hiçbir vahiy göndermediğini düşünelim. Asla bir objektif ahlâk oluşmaz ve devreye her konuda subjektif ahlâk devreye girer. Subjektif ahlâk ise her türlü en şerefsizce suçları bile aklar güzel kardeşim. Tecavüzcü herif "Hatun çok güzeldi, siktim kardeşim." der ve sen objektif bir ahlâk yasası olmadığından bu adama, mantıklı ve geçerli bir yolla karşı çıkamazsın. Adam keyfimden yaptım, sen de keyfinden karşı çıkarsın. Herkesin pipisinin ve vajinasının keyfine döner ortalık. Ben sana ayrıca günümüz sosyolojisinden bir de damar enjekte edeyim de, sonra ahlâki farkındalık olayına geçelim.

Pek çok insanla tanışıp, sohbet koyulaşınca ve tartıştığınızda "İyi, ahlâk, kötü, seksi, piç, pezevenk, adamın dibi" tarzı gibi sınıflamalarını ve yargılamalarını kişisel görüş, kişisel tecrübeleri ve hisleri doğrultusunda yaptığını bilirsin moruk. Evrensel, objektif ahlâksal ve rasyonel bir temele dayanma ihtiyacını dahi hissetmez. Haklıdır da, çünkü bu tip kavramların kişice değerlendirmesi gerektiğinden, bu görüşler tamamen subjektif görüştür ve kişiden kişiye bu kavramlar istisnasız değişim gösterir. Bu kişiler için ahlâki ölçüt kişinin durum karşısındaki hisleri, eğer yaşamışsa tecrübeleri ve bazı durumlarda da bunlarla beraber, yaptığı araştırmalardır. "Bu eylemin doğru, harika, adice veya yanlış olduğuna inanıyorum. Çünkü bana göre öyle hacı." diyen biri için geçerl objektif bir ahlâk anlayışı söz konusu edilemez. İnsan çoğu zaman duygularıyla hareket eden bir varlık olduğu ve duyguları da içinde bulunduğu ruh hali, tecrübeler, psikolojik, ortama göre ve mevcut durumun şartlarına göre değişkenlik gösterebildiği için kişisel yargılamalar, refleksler üzerinden bir ahlâk yasası benimsemek asla mümkün değildir. Kimsenin şeyinin keyfine göre dönmüyor çünkü bu dünya ehehe.

Günlük yaşam içindeki "Kötü, ahlâksız, adi" eylemlerini içinde bulunduğu sosyal, tecrübelere dayanan ve psikolojik faktörler ile gayette güzel bir biçimde meşru kılan örneklerin de görülmesi mümkündür. Özetle, her insana ahlâksız davrnaışının kendince "Ama" ile başlayan bir bahanesi vardır. Bu hırsızlık, aldatma, dolandırma, tecavüz, yalan gibi her tür suç tipinde bunu yapan kişinin kendisini bu duruma iten bir nedeni vardır. Objektif ahlâk anlayışına göre, kötü bir davranış olarak kabul gören "Hırsızlık, Dolandırıcılık" gibi bir eylemi gerçekleştiren kişi ya da kişiler, bu eylemi yapma sebebini yetiştiği aile ortamına, ekonomik, sosyal şart ya da şartlara ve herhangi psikolojik bir etkene dayandırarak yaptığı işin ahlâk dışı olmadığını iddia edebilir. Kimisine göre ise eylemler, kişilerin genetik yapılarından kaynaklanmaktadır ve yapması gerekenin dışında davranması mümkün değildir. 

Bu fikre göre kişinin içinde bulunduğu şartlar kişiyi kötü durumlara zorlamaktadır. İstese de kendisine hakim olamamaktadır. Bazı filmlerdeki ve dizilerdeki kahramanların çok usta bir soyguncu, iyi bir suikastçı ya da çok zeki bir dolandırıcı olduğunu görürsünüz ve bu tiplerin mutlaka geçmiş, psikolojik mutlaka meşrulaştırılan bir nedeni vardır. Bu neden veya nedenler, dizide ya da filmde her boşukta ara ara, tatlı tatlı gözünüze sokulur. Bu kişilerin film içindeki eylemleri o denli zekâ doludur ki, senaryoda gayet ustaca tasvir edilir ve geçmişlerinde yaşadıkları bazı dramatik olaylar sebebiyle eylemleri meşrulaştırırlar. Sen ve ben, yani izleyici için mutlu son, söz konusu karakterlerin yakalanmadan yaptıklarıyla başarılı olduğu şekillerde son bulur. 


Ulan İstanbul, soygun olayına güzel bir meşrulaştırmadır. Dexter, adam öldürmesinin genetik bir hastalık olduğunu ve hakim olamadığını her fırsatta, üvey babasıyla geçmişe giderek ve senaryoda asla geçmiş ile bağını koparmayarak, keyfi için suç işleyen öldürüp katilliğini ustaca meşrulaştırır. Robin Hood, zenginden çalıp fakire dağıtır ve kendince bir amaç, bir ödev edindiğinden bu da soygun olayını yine meşrulaştırır. Bunun gibi örnekler, oldukça çoğaltılır ve günümüz trendi de bu tip filmleri saflara yedirmektedir. Gayet de güzel yersiniz valla önünüze koysalar. "Ya adam katil ama haklıymış aslında bir açıdan." dersin, dememelisin. Ne olursa olsun, adam öldürmek hangi sebeple isterse dünyanın en ağır nedeni olsun, asla katili haklı yapmaz. Pirinçleri ayıklamak senin işin, benim değil.

Ahlâki Farkındalık = Bu kavram subjektfir. O yüzden objektif bir tnaım yapılmaz. Kişiden kişiye değişiyorsa, burada ne işi var diyeceksin ama yazı bitince tüm parçalar birleşecek. Bu farkındalık ile, Ateist, Deist ve Agnostik bir arkadaş, dinlere ihtiyaç duymadan "Ahlâklı bireyler" gayette olabilirler. Tıpkı, dinimizi ve Kur'ân ile insanları kandıran Tasavvufsal tüm oluşumlar, tarikatlar, dergahların şirk yaparak, IŞID'in güya kendince Cihad yaparak, bu orospu çocuklarının insanları öldürerek ahlâksız olması gibi, bu arkadaşlar gayette ahlâklı bireyler olabilirler. Kur'ân'a uyanlar ahlâklı olur, uymayan ahlâklı olmaz anlamını çıkarttıysan sen zaten bu yazıyı ertesi gün baştan oku. Ahlâklı ve ödevini bilen bireyler olmak için, hiç de bir dine, Allah'a ihtiyaç yoktur. Çünkü ahlâklı olmak, ahlâklı davranışlar sergilemek ile mümkündür. Bu yüzden ahlâklı davranmak için, hiçbir dine, Tanrı'ya ihtiyaç olmadığı doğrudur.

Ancak ahlâklı davranmanız ve neye göre ahlâklı olduğunuzu anlayabilmek ve hangi davranışların ahlâksızca olduğunu ayırt edebilmek için, bir ahlâk kılavuzuna ihtiyacınız vardır. Bu ahlâk kılavuzu ise, Allah'ın peygamberine vahyetmesi ile gelen dinlerdir. Günümüzün en detaylı ve en sağlam kaynağı da Kur'ân-ı Kerimdir. O yüzden, dine ihtiyaç duymadan, sosyolojik kurallar ile ahlâklı olabilirsiniz. Ancak ahlâksal farkındalığın rasyonel ve objektif sebebini dinler, yani Allah kavramı olmadan asla mantıksal bir yolla, tutarlı bir şekilde açıklayamazsınız. Açıklamaya debelenir ve salakça sonuçlara gelirsiniz. Caner Taslaman'ı bilmeyen yoktur. Ülkemize oldukça fazla bir adamdır bu adam. Hadis konusundaki davranışları hariç, bu adamın her dediğine imzamı atarım. En çok ortak fikirlerde olduğum 3-4 adamdan bir tanesidir ve yüz yüze tanışmak istediğim birisidir. İnşallah tanışırım ehehe. Kendisi aşağıda koyduğum videoda, son 3-4 paragrafın özetini bu videoda gayet güzel bir biçimde yapmıştır. Buyursunlar ;



Ne demiştim? Allah kavramı olmadıkça, yüce Allah'ın yok saydıkça, mantıksız ve tutarsız yollara çıkarsınız demiştim. Şimdi bu ateist, deist tiplerin en sevdiği ve laflarında en çok kaynak gösterdiği adamların tutarsız yollarına bakacağız. 

Jean Paul Sartre, Friedrich Nietzsche, Bertrand Russell, Richard Dawkins ve Michael Ruse gibi modern dönemlerin ünlü ateistleri, yani sizin bir çok konuda örnek alıp laflarını paylaştığınız bu herifler objektif olarak ahlâk sisteminin olmadığına kendilerince delil getirmeye çalışmışlar ama ellerine ve gözlerine bulaştırmışlardır. Çünkü başka çıkış yok. Burası Kadıköy, buradan çıkış yok ehehe. Örneğin Sartre’a göre Tanrı olmadığı için insanın hiçbir içsel değeri yoktur. Bir nevi John Locke denilen dallama'ya da selam, ekşi, itü sözlük tabiriyle "Reyize selam çakmış." kendisinin 2 kitabını okumanız bile, dallama olduğunu anlamanıza yetecektir. Özetle bu Locke abimiz, insanın "Boş levha" olarak geldiğini söyler ki Sartre bu cümlede Locke'in dediğini tasdikleme durumuna girer istemeden de olsa, çünkü bu iki cümlenin anlamı, yani meali "İnsan bomboş gelir." manasına çıkar. Ulan ben bomboş geliyorsam, anamın rahminden fırladığımda neden ağlama refleksine sahibim? Neden hemen emecek meme arıyorum? Sonra ilk doğdum günlerde neden deli gibi uyuma ihtiyacımı hissediyorum? Bunun bir ihtiyaç olduğunu nereden biliyorum? Tamam, birçok duyguyu bilmeden geliyoruz, ama temel ihtiyaçlarımı karşılayacak içsel duygulara da sahibim ki bunları eyleme dökmem gerektiğine kanaat getirip, bunu içgüdülere eyleme dökebiliyorum. Zaten bu Locke denen herifin bir evladı olsaydı ya da bir hayvan besleseydi, saçmalığını rahatlıkla anlardı. 

Ayrıca varoluşçu olan Sartre abimize göre, Ahlâk dâhil tüm değerleri insan kendisi yaratmıştır. Sarte abimizden böyle düşünen tüm tiplere cevap vermek istiyorum. Günümüzde de zaman zaman hortlayan bir konu olan ve ateistlerin de "Ahlâksızlık bu ama" diye çemkiridği bir mevzu olan, Ensest ilişki. Bir baba ve bir kız var. Kız babasına çok düşkün ve bu düşkünlük de kimi zaman aşk boyutunda ama kız çocuk olduğundan, bunun aşk olduğunun farkında değildir. Sigmund Freud'un Oidipus kompleksi de bu durumu izah eder. Kompleks fazla uzun değildir gerçi isteyen girip okuyabilir ama özet olarak ;

Freud'a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir. Erkek bebeğin sürekli annesine şımarması, babasının annesiyle ilgilenmesinden rahatsız olup ağlaması veya araya girmesi örnek olarak verilir. Erkek çocuk genellikle evde güçlü bir otoritesi olan güçlü rakibi babadan çekindiğinden her iki ebeveynden de uzaklaşmak zorunda olduğunu hissederken, annesinden çekinen kız çocuk hayran olduğu güçlü babasına daha çok yaklaşır. Olumlu ve olumsuz olmak üzere iki şekilde açığa çıkar. Olumlu biçimi, kompleksin adını aldığı eski Yunan efsanesine uygunluk gösterir, yani oğlanlar babalarına ve kızlar annelerine rakip, düşman kimse gözüyle bakarak, içten içe onların yok olmasını ister, oğlanlar annelerine, kızlarsa babalarına karşı aşırı bir cinsel ilgi, eğilim gösterir. Bu saf bir ensest duygusudur. Temel mantıkta da oldukça doğru bir psikanaliz teorisidir. Şimdiden "Olur mu ulan öyle şey?" demeye başladın değil mi sevgili ateist sen dur hele dur, esas bombanın pimini şimdi çekeceğim ehehe.

Daha sonra bu libido uyanış döneminde de devam eder ve baba-kız bu işi aşka ve sekse dökerse, objektif bir ahlâk afedersin ama hiçbir şekilde buna "Ahlâksızlık" deme hakkın yoktur. Hadi iyi bir niyetle çocuğun özürlü veya ölü doğacağını düşündün. Çünkü birbirlerin soylarından oluşan kromozomların veyahut kromozom dizilişlerinin, Mendel çaprazlamaları ve döllenmeleri çok yüksek oranda otistik, sakat, özürlü çocuklar doğumu riskini taşımaktadır. Ölü doğum oranı da bu tip ilişkilerde normale kıyasla hiç de azımsanmayacak bir oran içermektedir. Ulan sana ne? Sen Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı doktoru musun lan? 

Hadi diyelim öylesin ve de ateistsin. Baba ve kız bu ilişkide çocuk yapmayacaklarını ve sadece aşk için sevişeceklerini söylerlerse ve de üstüne durumlarından oldukça mutlularsa, işte o zaman hiç kimse kalkıp buna "Ahlâksızlık" diyemez. Çünkü senin kabul ettiğin Sartre abin demedi mi? " Ahlâk dâhil tüm değerleri insan kendisi yaratmıştır." diye. O zaman insanın yarattığı subjektif ahlâk anlayışında bu durum insanlar için, yani nesnel, subjektif bir yanlış olacaktır. Subjektif bir yanlışlık ise kesinlikle genel bir yanlışlık olgusu içermez. İsterse bu 8 milyar insanın, 7.5 milyar insanı için subjektif olarak yanlış olsun. Çoğunluk elde etmen yine seni haklı çıkarmaz. Sadece sayıca üstünlük verir o kadar. Öznel bir yargı, asla genel bir hükümlülük taşımaz. Çünkü adı üstünde, öznel, kişiye göre yanlış. Bir başkasına göre doğrudur. En kötü ihtimal bu baba ve kız için doğrudur. Genel bir yanlış yargısı adına ya seve seve, ya kuzu kuzu "Objektif ahlâk" anlayışına mecbursun. Objektif deme bir gün sana da lazım olur ehehe. 

Ayrıca bu ensest örneği hayal ürünüydü ve kurgulanmış bir örnektir. Ancak ben sana gerçek bir örnek verip, seni iyice terleteceğim nesnel ahlâkı adı soyadı gibi savunan arkadaşım. Almanya’da iki kardeş birlikte yaşamaya başlıyorlar. Ensest ilişki sonucunda 4 çocukları oluyor. Alman mahkemesi onlara hapis cezası verince çift Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruyor. Kendilerinin yetişkin bireyler olarak kimle cinsel ilişkiye gireceklerini belirleme hakkına sahip olduklarını iddia ediyorlar. Mahkeme toplumun ve yasaların bu tür bir ilişkiye izin vermediğini iddia ederek başvurularını reddediyor. Ancak AİHM, yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi burada çok ciddi bir tutarsızlık içinde bir tavır takınmıştır. Çünkü, senin nesnel ve seküler ahlâk yargına karşın, çiftin haklı olduğu bir nokta vardır. Eğer feminizm sloganlarında daha çok duyduğumuz ancak, nesnel ahlâk argümanında oldukça geçerli olan "Benim vücudum benim kararım" gibi bir ilke var ortada ve belli ki çift bu ülkeyi benimsemişler besbelli. Bu durumda ensest ilişkiye de karşı çıkmak anlamsızdır. Çünkü karşı çıkacağın hiçbir mantıklı bir argümanın yoktur. Burada aksine kendi nesne ahlâk anlayışları, sırf çoğunluğuz ve toplum böyle düşünüyor diye tepkiden de çekinme ihtimali göz ününde bulundurularak, nesnel ahlâkı objektif ahlâk olarak satmaktır. Nesnel ahlâk anlayışı köşeye sıkışınca böyle samimiyetsizliklere de imza atıyor.

Kaynak = Türkan Yalçın Sancar, "Ensest, "Genel Ahlâk" ve Alman Anayasa Mahkemesi’nin Kararı", TBB Dergisi, 2009 Yılı. 80. Sayı, Sayfa 252

Şimdi bana ulan Ensest savunucusu musun diyecek tipler fırlamıştır. Hayır, savuncusu değilim. Ancak Din ve yüce Allah, yani Tanrı olmadan ahlâk temellendirmesinde çok ciddi sıkıntılar yaşarsın diyorum. Ensest bu işin sadece metaforu benim için, oldukça da çarpıcı bir metafor çünkü ensest ilişkilere hemen hiddetleniyorsunuz. Müslümanlardan daha çok hiddetleniyorsunuz hatta. Ancak elinizde Kur'ân ve Allah'ın yasaları olmadan, yani bu kutsal kitap sayesinde bizlere vahiy yoluyla gelen "Objektif" yani herkes tarafından kabul gören, ortak bir olayda olan ahlâk anlayışı olmadan, asla ne Ensest'e, ne yukarıda anlattığın öjenik katliamları da dahil hiçbirine asla karşı çıkamazsın. Çıkarsan da kendi kendine karşı çıkmış olursun ancak, toplum seni hiç takmaz.  Tamam mı benim Agnostiğim, Atestim, Apateistim, Deistim benim, anladınız mı yavrularım benim? Çıkarsan da daha kendi görüşünde tutarsız davranıp, samimyetsiz bir tavır içinde olup, nesnel ahlâkınla işine gelene boncuk dağıtıp, işine gelene "Hede hödö" yapar durursun ve toplum da seni bu yüzden umursamaz. 

Öjenik katliamlara detaylıca aşağıda değineceğim. Bu yüzden herkesin kabul edip, kıstas alacağı ahlâk anlayışını ancak dinle ve yüce Allah'ın kitaplarıyla "Objektif" yapabilirsin. Geri kalan her yargı, her şekilde objektif değil, nesnel ahlâk olacaktır. Kutsal kitapların da en detaylısı, en tartışılanı da şüphesiz Kur'ân'dır. Kur'ân bu konuda ne mi demiş? Gel beraber bakalım ;

"Size, şu kadınlarla evlenmek haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan doğmuş olup evlerinizde oturan üvey kızlarınız -eğer anneleriyle birleşmemişseniz o takdirde sizin için bir günah yoktur- ve sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları. İki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılınmıştır. Eskide kalanlar müstesna. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Harpte elinize geçmiş kadınlar hariç olmak üzere, nikâhlı kadınlarla evlenmeniz de haram kılınmıştır. Bu, üzerinize Allah'ın yazdığıdır. Bunlar dışındakileri, mallarınızı vererek almanız; şunu bunu dost tutmayarak iffetli yaşamanız, zina etmemeniz şartıyla size helal kılınmıştır. Kendilerinden nimetlendiğiniz kadınların mehirlerini onlara bir hak olarak verin. Mehir kesişmeden sonra karşılıklı hoşnutluğa bağlı hallerde üzerinize günah yoktur. Allah, her şeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir." - Nisa 23 ve 24

Gördüğün gibi, ensest net bir biçimde Kur'ân'da yasak ve haram kılınmıştır. Evet hani senin o, Tevbe 5 ayetinin bir cümlesini cımbızlayıp "Kâfirleri öldürün." diyip sonra ateist facebook sayfalarında arkamızdan atıp tuttuğun kitapta, senin o çemkirdiğin ensest net olarak yasaklanmıştır. Tanrı'yı red ediyorsun, Tanrı'nın varlığından emin değilsin, Tanrı'yı, takan kim ya da Tanrı kitap indirdi ama şu an götünü devirip yatıyor, o yüzden hükümlerini umursamam, diyorsun. Ancak işine gelince Tanrı'nın yasasına ve yasak kıldığına, kafana göre nesnel ahlâkın ile çemkirebiliyorsun. Bu yüzden fazla samimiyetsizsiniz. Bari görüşlerinizde tutarlı ve delikanlı olun. Sizin en sevdiğiniz adamlarınızdan tam gaz devam ediyorum.

Nietzsche’ye göreyse sadece Tanrı gerçekse, ahlâkın gerçekliği vardır ve ahlâk, Tanrı’ya inanmak tercihiyle ayakta kalır ya da yıkılır. Orta yolu yoktur diyor röfle bıyığına ossurduğumun herifi. Ulan sen değil misin Ahiret inancını araklayarak, kısır döngü haline getirip bunun adına "Bengi dönüş" diyip millete satan, röfle bıyıklı hıyar. Bakın bengi dönüşün bir cümlesi aynen şöyle demektedir ; 

"Yaşadığın ve yaşamakta olduğun bu hayatı, yeniden ve sayısız kere daha yaşamak zorunda kalacaksın; içinde yeni hiçbir şey olmayacak: Yaşamındaki her acı, her sevinç, her bir düşünce ve her bir soluk, tarif edilemeyecek kadar küçük ya da büyük her şey, arka arkaya ve aynı sırayla, sana dönecek - ağaçların arasından süzülen şu alacakaranlık ve şu örümcek bile, şu an ve ben kendim bile. Varoluşun sonsuz kum saati, içinde toz lekesi olan sen ile, yeniden ve yeniden başaşağı çevrilecek!" 

Kaynak = Friedrich Nietzsche, 1882, Şen Bilim, En Ağır Yük, Çeviri: Mete Avcı 

Şen Bilim ne alaka diyenler olabilir, bu cümlelerle Şen Bilim'de 3-A sınıfından röfle bıyıklı Friedrich arkadaşımız "Bengi dönüş" sisteminden ilk kez bahsetmiştir ve bu sistem aynı zamanda "Böyle Buyurdu Zerdüşt" kitabının ana sorunu olmuştur. Ayırca bu nasıl bir döngüdür oğlum? Ben şu an bunları yazıyorum ve yine dünyaya gelip, yine mi bu yazıyı yazacağım? Ya da şu an kafasını duvara vuran kız, yine dünyaya gelip o an, yine mi kafasını duvara vuracak? Saçmalık. En azından tek takdir edilesi yanı, tutarlı konuşmak için çaba göstermiş olmasıdır. Ayrıca bu sistemin olması için, düzenli bir Reenkarnasyon sistemi gereklidir ki bu dünyada Reenkarnasyon olmadığına göre, bu sistem otomatikman çöker.

Nietzsche denen bu röfle bıyıklı aynı zamanda bu görüşlere sahiptir. "Nietzsche, dinin ve ahlâkın temelini teşkil eden genel formüllerin insanlara nasıl davranmaları gerektiğini söyleyerek bunların bir takım zorunluluklara bağlanmasının akıldışı olduğunu iddia ediyordu. Ona göre bu durum ahlâkın aslî günahıydı. Ona göre insanın bazı eylemleri mutlaka yapması, bazılarından ise içgüdüleri sayesinde kaçınması gerekir. O, bu anlayış yoluyla insanın diğer insanlar ve eşya ile olan ilişkileri belirleyebileceğini söylerken, insanın erdeminin mutluluğunun bir sonucu olduğunu iddia ediyordu."

Kaynak = Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, Çeviri: Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları, 2008, Sayfa: 54 ve 55

Tipe bak oğlum ya. Evladım olsa spremlerimi kısırlaştırırım. Benden bir daha böyle bir evlat dünyaya gelmesin diye. İnsana nasıl davranmasını söylemek akıldışıymış. Valla kusura bakma da temelsiz ve dinden bağımsız, gelişigüzel bir ahlâk içerisinde insan aşırı özgürlükten dolayı maymun iştahlı bir varlığa dönüşür ve başka özgürlükler saygı duyması gerektiğini, kısıtlı özgürlük harici hiçbir özgürlük çerçevesinde öğrenemez. Hem de, ortak bir ahlâk anlayışında buluşmak yukarıda açıkladığım gibi imkansız olduğundan suç işleme özgürlüğü de türeyecektir ve insan neslinin ömrü bu denli uzun da olmayacaktır. Bazı eylemleri yapıp, bazılarından kaçınmalıyız bu konuda da haklı.  Ancak kum zemine gökdelen diker gibi temellendirdiği konu ise, hangi eylemleri yapıp, hangi eylemlerden içgüdülerimizden kaçacağımızı neye göre belirleyeceğiz? Ahlâka göre belirleyeceksin ama sen dinden gelen ahlâkı kabul etmiyorsun hacı, onu napacağız? Bengi dönüş diyorsan, orada zaten bu durum söz konusu olamaz. Çünkü sürekli aynı eylemleri uygulayıp, aynı eylemlerden kaçacağız? 


E sen dinleri de reddettin, dinden gelen ahlâk anlayışını da o zaman burada neye göre bu eylemler? İçgüdülere göreyse, o zaman bizim hayvanlardan hiçbir farkımız kalmaz. Çünkü hayvanlarda ahlâk anlayışı yoktur. Onlar sadece evrimlerinin ve soylarını sürdürebilmenin gerekliliğini yapmaktadırlar. Onlar için iyi ve kötü eylemler söz konusu değillerdir. Onlar için, sadece yapması gereken ve hayatını sürdürmesi gereken eylemler vardır. Avlanmak, kendini savunmak, sürüsü varsa sürüsünün ve ailesinin de can güvenliğini sağlamaya çalışmak ve son olarak üremek eylemlerdir. İnsan, ahlâk anlayışını din olmadan "Objektif" olarak temellendiremeyeceği için, davranışları çeşitli olsa da, hareket edeceği nokta kesinlikle hayvanlar gibi içgüdüsel olacaktır. Bu durumdan da anlayacağımız üzerine dinin ve ahlâkın temellendirmediği bir sistem, insanı insan yapan olgularda uzaklaştırma ihtimali doğacaktır ve bu ihtimalden gidilse bile tutarsız bir yere varılacağı gün gibi ortadadır. Dolasıyla, dinin ve ahlâkın temellendirdiği formüllere, yani yüce Allah'ın kurallarına ve ortak "Objektif" bir ahlâk anlayışına mutlaka ihtiyaç vardır. 

Her neyse biz kameraları diğer ateistlere çevirelim. Russell’a göre de nesnel ahlâki önermeler yoktur ve ahlâk toplumun birey üzerindeki baskısından kaynaklanır. Bilim felsefecisi Michael Ruse ve sosyobiyolojinin babası kabul edilen Edward Wilson'a göre ahlâk bizim çoğalmaya yönelik amaçlarımızı güçlendirmek için oluşmuş bir adaptasyondur. Anladığımız haliyle ahlâk, iş birliği yapmamız için genlerimiz tarafından oluşturulan bir illüzyondur. Bertrand Russell'a göre gerçekte iyi ve kötü bilinci, eğitimin bir ürünüdür. İnsanların büyük çoğunluğunda bu bilinç eğitimcilerin istek ve yönlendirmelerine göre aşılanır ve ahlâkla amaçlanan şey kendi isteklerimizin evrensel önemde olduğunu göstermektir. 

Siz hepiniz ben tek lan, üçünüze birden kombo cevap vereceğim. Sosoyojik ahlâk açısından ve nesnel ahlâk adına doğru bir tespit olsa da objektif ahlâk boyutuna gelirsek zaten Russell epey bir sıçmış ve sıçmasını sıvamaya çalışmıştır. Tek olarak nesnel ahlâki önermeleri reddetmişsin ama çoğul önermelere, yani çoğunluğun belirleyeceği nesnel ahlâk'a göz kırpmışsın. 

Yemezler Russell, yiyenler vardır ama ben yemem. Ahlâk anlayışı, asla din olmadan hiçbir şekilde temel kazanamaz. Çünkü ahlâk anlayışının temeli asla toplumun birey üstündeki baskısından oluşmaz. Sadece zaman içerisinde din sayesinde hepimizin ortak paydası olan "Objektif ahlâk" kişilerin yanlış anlamasına ve gelenekçilikle birleşerek tahrife ve sadece bu gelenekten gelen toplum içinde bir takım değişimlere uğrayabilir. Russell'in dediği durum ancak bu vaziyette geçerlilik kazanacaktır. Çünkü o zaman, ahlâk toplumun birey üzerindeki baskısına göre nesnelleşmeye müsait bir hale gelebilir. Ruse ve Wilson, ahlâk'ın sadece üreme, hayatın devamlılığını sürdürmek ve iş hayatında geçinebilmek adına olan bir illüzyon olduğunu söylüyor kısaca. Ahlâk kavramının illüzyon olması bir kere olağan dışı bir ihtimaldir. Çünkü illüzyon, duyu yanılsaması ve yanılsama olarak bilinir. Gerçek bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış değerlendirilmesidir. 

O zaman bu görüşe göre, hepimiz ahlâk izlenimlerini genlerimizle oldukça yanlış değerlendiriyoruz. Genlerimizle yanlış değerlendirmemizden kasıt burada akıl, yani mantıktır. Hemen akla DNA, RNA falan gelmesin. O zaman bütün ahlâk anlayışları yanlış yorumlanıyor demektir. Nesnel ahlâk için bu argüman geçerlidir. Ancak objektif ahlâk için bu argüman yanlıştır. Çünkü objektif ahlâk yasası, yüce Allah, yani Tanrı tarafından konulmuş kurallardır. Tanrı, mutlak bir güçtür ve bir gücün mutlak olduğu hatasız, kusursuz, noksansız ve rasyonel, tutarlı olmasından anlarsınız. Bunu ispat edebilmek için de, Allah'ın yasası olan kitabı açıp incelemek ve didik didik etmek gerekir. Tanrı'nın mutlak hata yaptığını iddia etmelisiniz, ancak mutlak bir gücün hata yapma olasılığı asla yoktur. Tanrı'nın hata yaptığını iddia ediyorsanız, o zaman  ya Ateist, ya Apateist ya da Agnostik olmalısınız. Michael Ruse abimiz beni haklı çıkardı, Ateistmiş abimiz. Wilson reis ise, şu açıklamalarla safını belli etmiştir ;

"Din bizi aşağı çekiyor, insan ilerlemesi adına ortadan kaldırılmalıdır ve yapabileceğimiz en iyi şey dini inançları yok etmek olurdu. Pozisyonum geçici deist olarak tanımlıyorum ve agnostiği tercih ediyorum. Tanrıya inancın ve dinin ritüellerinin evrimin ürünü olduğunu savunuyorum. Reddedilmemeleri veya bırakılmamaları, aksine insan doğasına önemlerini daha iyi anlamak için bilim tarafından daha fazla araştırılması gerektiğinin de savunucularından birisiyim. "The Creation" kitabımda, "Bilim ve din dünyadaki en inandırıcı güçlerden iki tanesidir ve yaradılışı kurtarmak için bir araya gelmelidir." cümlesiyle bunu özetliyorum." 

Abimiz, kafası karışık regl tripli hatunlar gibi hareket ediyor ve dini görüşünü de şöyle açıklıyor ; "Kiliseden saptım, tam olarak agnostik veya ateist ile ilgili değil, sadece artık Vaftizci veya Hristiyan değilim."

Kaynak 1, Kaynak 2. 


Kaynak 3 = The Creation: Dünyadaki Hayatı Kurtarmaya Temyiz Eylül 2006, ISBN Numarası : 978-0-393-06217-5

Dawkins abimize buradan selam yollamazsam asla olmaz. Dawkins abimiz bildiğiniz gibi, ateist ve biyologdu. Abimiz kuramlarında zaman zaman, "Evrende hiçbir amacın, iyinin
ve kötünün olmadığını söylerken sadece DNA’larımızı sonraki nesillere taşımaya çalışan makineler olduğumuzu" şiddetle savundu. Bak Dawkins, bak anam, bak güzel evladım, o iş öyle değil. Dev saçmaladın, çünkü bu dediğin görüş, yani her şey evrime hizmet adına sayılıyorsa, o zaman benim bu yazıyı okuyan herhangi bir kişiyi öldürmem de evrime hizmettir. Çünkü evrende iyi ve kötü anlayışı yoksa, o zaman benim adam öldürmemde, kadına tecavüz etmemde, hırsızlık yapmamda hiçbir sakınca yoktur. Din ve din sayesinde, gelecek olan objektif ahlâk anlayışı, yine din ile gelecek olan yüce yaratıcı, kainatın efendisi Allah yoksa, o zaman iyi ve kötü anlayışını, kime göre, neyin, nasıl ve hangi boyutlarda, ne denli bir ahlâksızlık olduğunu temellendiremezsiniz. 

Çünkü dinden gelen objektif ahlâk anlayışı ve Tanrı'nın varlığı haricinde hiçbir objektif referansınız yoktur. Geriye kalan bütün referanslar nesneldir. Dolayısıyla, ortak bir payda da bir ahlâk yasası üretmek imkansızdır. Çünkü insan, çıkarına daima yenik düşen ve düşecek olan bir canlıdır. Çünkü insan, duygusaldır, merhametlidir. Adil olmak için, duygularından ve merhametten kesinlikle arınmanız lazımdır. Yüce Allah ise asla bir insana ait hiçbir sıfat taşımaz. Dolayısıyla Allah, adildir. Adil bir varlığın referansı ise oldukça objektiftir. Objektif olmasının ilk şartı, tarafsızlık ilkesidir. Bunu da ancak Allah gibi insanlara karşı objektif ve adil olabilecek mutlak bir irade yapabilir. Adil olduğuna delil Kur'ân'da sınıflı hayat vaad etmesidir, cennet ve cehennem'in de kademelerinin olmasıdır. 

"İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onların konuk evleri Firdevs cennetleri olacaktır." - Kehf 107

"Sidretü'l-Münteha'nın yanında. Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır." - Necm 14 ve 15

"Allah'ın içtenliğe erdirilmiş temiz kulları başkadır. Onlar için belirlenmiş bir rızık vardır. Çeşit çeşit meyveler vardır. İkramla karşılanan kişilerdir onlar. Nimetlerle dolu cennetlerdedirler." - Saffat 40, 41, 42 ve 43


"Onlardır Allah neyi ulaştırmayı emrettiyse ulaştıranlar ve Rablerinden ürkerler ve kötü hesaptan korkarlar. Onlar, Rablerinin rızasını umarak sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, onlara rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık bağışta bulunurlar, kötülüğü de iyilikle savarlar. Dünya yurdunun hayırlı sonu işte onlar içindir. Adn cennetleri bunlar içindir. Atalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden hayra ve barışa hizmet etmiş olanlarla birlikte girerler oraya. Meleklerse her kapıdan yanlarına sokulurlar. " - Ra'd 21, 22 ve 23  

Ayrıca, Ateist arkadaşlar Big Bang konusunun "Tesadüfen" olduğuna inanıyorlar. Hepsi değil ama bir kısmı halen buna inanabiliyor. Yahu, Big Bang patlaması Allah'ın izniyle ve kontrolüyle oldu. Şimdi sen bu evren tesadüfen var oldu diyorsan, felsefik bir yöntem ile gel beraber bunun sağlamasını yapalım. Matematik'de ve Felsefe'de bir kuram ortaya atıyorsanız, "Sağlama" denilen bir metod vardır. Tersine doğru aynı mantık ile gittiğinizde eğer aynı sonuca çıkmıyorsanız, mantığınızda hata vardır ve tesadüfi bir şekilde o yola vardınız demektir ama sağlama'da da aynı ve tutarlı bir sonuç elde ediyorsunuz o zaman yolunuz tutarlı ve samimidir. Gel tüm patlamayı başa saralım ve bu patlamanın kendiliğinden olduğunu düşünelim. Kesinlikle aynı sonucu alacağının ve yeniden bu ekosistemin, "Kendiliğinden" var olacağının bilimsel, felsefik ve tutarlı hiçbir delili yoktur. Senin bu ihtimali ayıklayıp buna inanman, yani trilyonlarca tesadüfi bir ihtimale bağlaman, işte tesadüf olan bir şey varsa o da budur. O kadar gücün arkasında hiçbir güç kaynağının olduğunu söyleyene, hani bize saygı duyun diyorsunuz ama bu kadar geniş hayal gücüne götümle gülerim. Saygı duyarım ama götümle anırarak gülerim. 

Doğa bir içki gibidir güzel kardeşim. Bu "İçki" metaforunun karşılığına sana bırakıyorum. Su da bir içkidir, kola da, tekila da, rakı da ve şarap da bir içkidir. İlk yudumlarında Ateizm oldukça tatlı ve sarhoş edici gelmektedir. Ancak bardağın dibin boyladığın zaman, tüm ihtişamıyla Allah'ın varlığı ve sistemini yaratan eşsiz bir sanatçı oluşu gerçeği, tüm zerafeti ve kusursuz bilgisiyle seni beklemektedir. Bu esnada uykudan uyanacaksın ve başın ağrıyacak. Çünkü gerçekler de böyle başı miğren gibi ağrıtacak kadar can yakar. Belki şu an bu gerçeği inkâr edebiliyorsun ancak o gün asla inkâr edemeyeceksin. O gün, Allah'a inanman da artık sana hiçbir fayda vermeyecek.

"İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız." - Kehf 105

Hiç bana, senin Tanrın bize böyle diyor diye çemkirme. Kusura bakma Tanrı ile empati kur. Koskoca bir evren yarattın ve sen senin adını ağzına "İyi bir şekilde almamış. Seni düpedüz inkâr edip, sanatına ve kusursuzluğuna tonla laf edip üstüne senin ayetlerini cımbızlayıp sana bir ton laf edecekler" ve sen bu kulları cennete alacaksın? Kusura bakma ama ben olsaydım, ben de almaz ve azabın en beterine iterdim. 60 sene Allah'ın sanatına her boku atarken, karı kızı becerirken iyiydi, kıyamet günü mü imana geldin? Tren varacağı yere varınca, iman fayda vermiyor. Bu yüzden Allah'a bir kez daha şükürler olsun ki, her kuluna karşı adil davranacak. Bu yüzden ben intiharı ciddi ciddi düşünürken Allah'a iman etmeyi seçtim. Sadece inananlar değil, inanıp "Hak edenler" cennetlere ve kendi içlerinde daha çok çaba sarf eden ve fedakar olanlar, daha üst makamlarda olan cennetlere girecekler. 

Peki, din ve ahlâk temellendirmesine tatmin olmadıysan, seni tatmin edecek elimde bir done daha var. Bunda da tatmin olmazsan, zaten yapacak bir şey yok. Nesnel ve objektif ahlâk konusunda, nesnel ahlâk savuncusu olursan, "Öldürmek, tecavüz etmek, katliam yapmak, hırsızlık yapmak vb." tüm suçlarından da herkes için "Suç" kapsamına girmeyeceği için, bu insanların suç işlemiş olduğuna ispatlayamazsın. Çünkü bu nesnel ahlâk ile kendisine göre ve kendisi gibi düşünenlere göre bu "Suç" değil, bir "Tecrübe, deneyim" diyerek gayet de suçlu kişiyi aklanabilir. Bu durumda, nesnel ahlâk ile suç nedir, neye göre, hangi kıstasa göre hangi suç daha büyük bir suçtur? Bu sorulara yanıt bulamazsın ve o zaman çok ciddi bir facia doğar. Hitler, Stalin gibi faşist ve katiller ile, Hz. Muhammed, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa gibi bütün peygamberlerin hiçbir farkı kalmaz. 

Hitler ve Stalin'in katliamlarını bilmeyen yoktur. O yüzden kaynak bile vermeme gerek yok, en tırt sitelerde bile kaynakçalı bilgiye erişebilirsiniz. Bu olguyu eğer sen yok sayarsan ciddi bir samimiyetsizliğe düşersin. Çünkü senin Hitler'e, Stalin'e, Saddam Hüseyin'e kötü diyebilmen için, ahlâk kılavuzuna, ahlâk kavramına ve bu ahlâk kavramını dinlerle insanlara gösteren yüce ve eşsiz yaratıcı olan Allah'a muhtaçsın! Çünkü senin bir olguya ahlâksız, kötü demen için bunlara ihtiyacın vardır. Çünkü bunlar haricinde, mantıklı, tutarlı hiçbir delilin yoktur. 

Ünlü yazar Dostoyevski ise meşhur eseri Karamazov Kardeşler’de, ahlâkın Allah’tan bağımsız olamayacağını aynı eserinde 2 farklı sayfada şu şekillerde ifade etmiştir ;

"Bundan sonra insan ne yapar? Tanrı’sız ve ahiretsiz nasıl yaşar? Böyle bir şeyi ileri sürmek her şeye izin verileceğini, her şeyin yapılabileceğini savunmak değil
mi?" 

Kaynak = Dostoevsky, Karamazov Kardeşler, Çeviri: Leyla Soykut, Cem Yayınevi, 1969 Basımı, Cilt 3-4, Sayfa 252

"Eğer, ölümsüz bir Tanrı yoksa dünyada iyilik diye de bir şey yoktur. Hem Tanrı yoksa öyle bir şeye gereklilik de kalmaz."

Kaynak = Dostoevsky, Karamazov Kardeşler, Çeviri: Leyla Soykut, Cem Yayınevi, 1969 Basımı, Cilt 3-4, Sayfa 331

Hep ateistlere vurdum, içimdeki İrlandalılara da vurmam lazım ki hak geçmesin ehehe. Bizim dinimize uyup da "Ahlâksız" olan kişi sayısı oldukça fazladır. Camii'de kafanı secdeye yatırmakla iyi bir insan olmuyorsun. Yaptığın her kötü eylem, fitne, bozgunculuk, tecavüz, hak yemek, riba (Faiz) yemek, birisini kasten öldürmek, iftira atmak seni ahlâklı yapmaz. Tamam, yalan söylersin bazen, dedikodu da yaparsın eyvallah bunlar hatadır. Ancak sen ben Allah'a teslim oldum diyip, ihale'de arabulucuk yapıp, rüşvet yiyorsan, 1 değil, 37347347 kere secdeye yat. 30 değil, 3535353 gün oruç tut. Sen ikiyüzlüsün! Allah da iki yüzlüleri asla sevmez!  

"Şu bir gerçek ki, ikiyüzlüler hileler düzerek Allah'ı aldatmaya uğraşıyorlar. Ama Allah da onları aldatıyor. Onlar namaza kalktıklarında tembel-miskin bir halde kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Onlar Allah'ı çok az hatırlarlar. Arada bocalayıp dururlar. Ne şunlardan yanadırlar ne bunlardan yana. Allah'ın şaşırttığına sen asla yol sağlayamazsın." - Nisa 142 ve 143 

"İçlerinden bazıları da Allah’a şöyle ant içti: “Eğer Allah, lütfundan bize verirse, elbette sadaka dağıtacağız ve elbette iyilik ve barış için çalışanlardan olacağız.” Lütfundan kendilerine verdiği zaman ise o lütfa cimrilik ederek yüz çevirmiş bir halde dönüp gittiler. Nihayet, Allah, kendisine verdikleri söze ters düştüklerinden, yalana sapıp durduklarından, huzuruna çıkacakları güne kadar onların kalplerine ikiyüzlülük yerleştirdi." - Tevbe 75, 76 ve 77

İkiyüzlülerin sonu nasıl biliyor musun? İşte böyle ;

"Allah, erkek münafıklara da kadın münafıklara da küfre sapanlara da içinde sürekli kalacakları cehennem ateşini vaat etmiştir. O yeter onlara. Allah lanet etmiştir onlara. Sonu gelmez bir azap var onlar için." - Tevbe 68

"İkiyüzlüler ateşin en aşağı katındadır. Onlara yardım edecek kimse bulamazsın." - Nisa 145

"O gün ikiyüzlü erkeklerle ikiyüzlü kadınlar, iman edenlere şöyle derler: "Bize bakın da ışığınızdan bir parça alalım." Şöyle denir onlara: "Arkanıza dönün de bir ışık arayın." Nihayet aralarına kapısı olan bir sur çekilir. İçinde rahmet vardır onun. Dış tarafı ise azap. "Biz sizinle birlikte değil miydik?" diye onlara seslenirler. "Evet," derler, "Ancak siz kendinizi kandırdınız, beklediniz, kuşkular beslediniz ve Allah’ın kararı gelinceye kadar kuruntularla oyalandınız. Kandırıcı, sizi Allah hakkında yanılttı.

Bugün ne sizden ne de inkar edenlerden bir fidye kabul edilmez. Yeriniz cehennemdir; mevlanız odur. Ne kötü bir duraktır." - Hadid 13, 14 ve 15 

Hiç kimse merak etmesin. Kainatin eşsiz ve tek efendisi olan yüce Allah'ın adaleti asla şaşmaz ve şaşmayacaktır! Ateist arkadaşım, deist ve agnostik dostum. Gördüğün gibi Allah ikiyüzlüleri de cehenneme atıyor, sadece Kur'ân'a red edenleri değil, Kur'ân'ı kabul edip samimi olmayanları ve Allah'ı kendi kıç kadar beyniyle aldatmaya çalıştıklarını zannedenleri ya da dünyevi zevkleri tercih edip riyakarca ağzından "Allah, peygamber" kelimelerini düşürmeyenleri de cehenneme atacak. Bu da Allah'ı sözünde oldukça tutarlı yapıyor. Şimdi bir de sizin din olmadan, suç oranı az, refah içinde yaşıyoruz ayaklarınıza geleceğim. Çünkü bu konudan fazla ekmek yiyorsunuz ama gerçekler asla öyle değil!


Çünkü toplumları sadece dini inançları şekillendirmez. Örneğin İsveç ve Norveç’ten çok daha yoğun ateist nüfusa sahip Çin, yolsuzluk sıralamasında, insan hakları, adalet ve özgürlükler gibi birçok kriterde tüm ülkeler içinde en kötü sicillerden birisine sahiptir. Yine ateizmin yoğun olduğu Rusya da benzeri kriterlerde iyi bir sicile sahip değildir. Çünkü din insanların hayatını belirleyen onlarca unsurdan sadece birisidir. Yani benim dostum, gerçekler acıtır adlı türküyü sana hediye ediyorum ehehe.

"Allah olmadan da ahlâklı olunacağı konusunda örnek gösterilen çeşitli Avrupa ülkeleri zannedildiği gibi tamamen ateist yani inançsız değildir. Avrupa Komisyonu’nun 2010 yılında hazırlattığı "Special Eurobarometer" raporuna göre Tanrı inancının en düşük olduğu Çek Cumhuriyeti, Estonya, İsveç ve Hollanda gibi ülkelerde bile Tanrı’ya veya bir çeşit ruha inandığını ifade eden insanların sayısı herhangi bir şeye inanmayan insanlardan çoktur."

"Çek Cumhuriyeti’nde: Tanrı’ya İnanç Oranı: %16, Herhangi Bir Güce İnanç: %44, Herhangi Bir Güç ve Tanrı'ya İnanmadığını Söyleyenlerin Oranı: %37’dir. 

İsveç’te: Tanrı’ya İnanç Oranı: %18,Herhangi Bir Güce İnanç: %45, Herhangi Bir Güç ve Tanrı'ya İnanmadığını Söyleyenlerin Oranı: %34’dür. 

Estonya’da: Tanrı’ya İnanç Oranı: %18, Herhangi Bir Güce İnanç: %50, Herhangi Bir Güç ve Tanrı'ya İnanmadığını Söyleyenlerin Oranı: %29’dur. 

Hollanda’da: Tanrı’ya İnanç Oranı: %28, Herhangi Bir Güce İnanç: %39, Herhangi Bir Güç ve Tanrı'ya İnanmadığını Söyleyenlerin Oranı: %30’dur. "

Kaynak = European Commission, Special Eurobarometer 341 / Wave 73.1 – TNS Opinion & Social, (2010), s. 381.

20. Yüzyılda pek çok eyalette çıkarılan yasalarla ıslah olmaz suçlular, tecavüzcüler, otistikler, zihinsel özürlüler, spastikler, embesiller, psikolojik hastalar, şizofrenler, sara hastaları, akıl hastaları ve aciz zavallılara öjenik uygulanmıştı. Öjenik en çok Nazi Almanya'sının üstüne yapışmıştır. Nazi Almanya’sında 1934-1939 yılları arasında 350.000 zihinsel ve fiziksel hastaya öjenik uygulandı. Daha sonraki yıllarda da sistematik olarak fiziksel engelli çocuklar da dâhil olmak üzere yüzbinlerce kişiye uygulanmaya devam edildi. Her ne kadar öjenik Nazi Almanya’sı ile özdeşleştirilse de Avrupa’nın pek çok ülkesinde de benzer uygulamalara tarih boyunca denk gelinmiştir. 

İntiharlar ve intihar girişimleri diğer yaşlara kıyasla özellikle genç nüfusta daha yoğunlukta görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) "Dünyada her 40 saniyede bir intiharın, her 3 saniyede ise bir intihar girişiminin gerçekleştiğini, son 45 yılda intiharların %60 civarında arttığını ve intiharın tüm dünyada bütün ölüm nedenleri arasında, ilk 10 ölüm nedeni arasında yer aldığını" açıklamıştır. Bu verilere bakarsak her gün 3 bin kişi intihar etmekte, her 30 saniyede bir kişi hayatına son vermektedir. Tüm ölümlerin yaklaşık %1’i intihar girişimleri sonucu gerçekleşmektedir. Bu da oldukça sıkıntılıdır. Çünkü din karmaşasını yaşayanlar insanlar, dini saflarını belirleyemedikleri takdirde, hayat amaçalarını ve bir sonraki güne uyanma nedenlerini geçiçi amaçlarla adayacaklardır. Bu amaçlara ulaştıktan sonra da, yaşamasının bir amacını kalmadığını zanneder ve intihara başvurma ihtimali hiç de azımsanmayacak seviyededir. 


Sonuç olarak, dini yaşamın dışına itmiş seküler toplumlardaki inançsız insanların din olmadan objektif bir ahlâk temelini idrak edememeleri, dinlerin anlayamamasından kaynaklanmıştır. Kendisine sorsak da "Din, kafamdaki sorulara yanıt vermedi şekerim." diyecektir. Ben yanıt buldum ama paşam. Sen başka işlerin peşindeysen onu bilemem ya da kafandaki sorulara "İşine gelmeyen" yanıtlar bulduysan onu da bilemem. Bu problem tamamen kendinle ve vicdanına çözebileceğim bir olgudur.

Ahlâki ideallerin kökeni dinlerden, yani Allah’tan geliyorsa yani Allah olmadan ahlâki idealleri tam anlamıyla objektif ve geçerli olmaları mümkün değilse bu durumda Allah’ın buyrukları yani vahiy ahlâkın temelini oluşturmaktadır. Zaten "Objektif" ahlâk, adil ve objektif bir yaratıcıdan çıkmalıdır. Kimi düşünürler ahlâkın varlığından hareketle Allah’ın varlığının zorunlu olacağını ifade etmişler yani eğer ahlâki idealler objektif ise Allah’ın varlığı zorunludur demişlerdir ve burada da ufak bir hata yapmışlardır bu elemanlar. Çünkü bunun yerine, eğer Allah varsa ahlâki ideallerimiz objektif ve geçerlidir demek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

Ancak her şeye gücü yeten, her şeyi en iyi şekilde bilen, her açıdan en yetkin olan
bir Varlık varsa, O’nun iradesinin her türlü beşeri değerlendirmenin üstünde olması ve bu iradenin ahlâkın ve tüm varlığın temeli olması ve bu temelleri adil, objektif bir şekilde yapması zorunludur. Çünkü pek çok düşünürün de dikkat çektiği gibi ‘iyi’ daima Allah’ın istediğinin yerine getirilmesidir. Dolayısıyla ahlâki iyiye ulaşmanın tek yolu Allah’ın iradesine kayıtsız şartsız uymaktan geçer. Başka bir ifade ile insanların iyi olanı elde etme yolu Allah’tan aldıkları buyruklara boyun eğmeleri ile mümkün olabilir. Çünkü insanların ödevlerinin ne olduğunu tanımlayan ve belirleyen bizzat Allah’tır. Sen sevsen de, sevmesen de, istesen de, istemesen de gerçek bu.

İlişkiyi nacizane anlattım. Haydi bana eyvallah.